18 Ağustos 2009 Salı

ÖLÜM VE SAVAŞA DÜŞÜLMÜŞ DERKENARLAR

ÖLÜM VE SAVAŞA DÜŞÜLMÜŞ DERKENARLAR

Mısır'ın görkemli Kölemenlerinin tacını tahtını yerle bir eden küpeli kralı nasıl yazıyor tarih? Halifeyi esir edip ülkesine getiren, yardımcısının başını kesip üç gün yanında taşıyan "Ulu hakan!"
Düşmanlarıyla aynı kıbleye dönüp aynı Tanrıdan af diliyordu.
"Bana utku ver çünkü yeryüzü iki kral için çok dar..."
Yaşlı kral Kanşouko Anzour, daha yakın zamana kadar kendisine "Muhterem pederim!" başlığıyla yazılmış mektuplar gönderen bu gencin birden bire binlerce askerle ülkesini işgal edişini anlayamıyordu.
Çok görmüş, uzun yaşamıştı.
Yoksunluğun öyle bir şekli vardır ki adına kölelik derler, kişi kendi vücuduna bile sahip değildir.
Alınıp satılır, dövülür ve aç bırakılır. Başkalarının istediği şekilde yaşar ve başkaları bir eşyaya bakarcasına bakar onun yüzüne. Özleyemez, sevemez, edinemez, vazgeçemez, yeğleyemez.
Anzour bunu yaşamıştı.
Baylığın, varlığın öyle bir şekli vardır ki adına krallık derler, ölümlü bir anadan doğan bir başka ölümlünün ulaşabileceği son kertedir o.
Kararı o verir her şey hakkında, istekleri başkaları için emirdir ve başkaları basit kulcuklardır onun için.
Yaşlı kral bunu da biliyordu.
Uzun ömrü boyunca hiç görmeyip, hiç anlamayıp hiç bilmediği şeyin bu küpeli kraldaki ihanet, hırs ve aç gözlülük olduğunu anladı.
Bu akşamın her şeyin sonu olduğunu kavradı.
Yılların beyninde biriktirdiği görüntüler patlayıverdi birden, yaşam denilen bilinmezi sorguladı.
Başlangıcı anımsamaya çalıştı, bitişi kurguladı.
Kuzeyde bir yerlerde köle olarak doğmuştu ve kader onu Mısır'a sultan yapmıştı.
Mısır'ın kaderiydi bu... Hep köleler kral olurdu orada.
Yakup'un oğlu Yusuf da bir köleydi, Salahaddin de, Baybars da...
Ama hiç birinin karşısına bu kadar kararlı bir düşman çıkmamıştı.
Bitiş de bir kralın çalkantılı ömrüne uygun olmalıydı.

Yanındaki askerlerine artık kimselerin anlamadığı bir dille bağırdı.
"Marje, dapegu!"
Sonra soyuna yakışır bir cesaretle sürdü atını...
Savaşın yıkıntısının ortasında durup bağıran Kurtbey'in çağrısını şöyle aktardı tarihçi İbni Zabul "Sözlerime kulak verin ve iyi dinleyin ki aranızda kaderine ve kanlı ölüme koşan süvarilerin de bulunduğu sizler de ötekiler de öğrensin.
İçimizden biri bile sizin bütün ordunuzu yenebilir.
Eğer inanmazsanız deneyelim.
Ama söyle adamlarına ağzından ateş çıkaran silahlarını bıraksınlar.
Yirmi bin kişisiniz, savaş düzenine girin ve durun.
Yalnız üç kişi bileğinin gücüyle, kılıcının ağzıyla sizi darmadağın edecek.
Bu üç kişinin başaracaklarını sağ kalanlar çocuklarına anlatacak. Dünyanın dört bir yanından sürü sürü asker toplamışsınız. Aralarında siyahlar, sarılar, beyazlar var.
Kıble ehli olan ve olmayan da var.
Karşımıza çıkmaya korkanların icat ettiği, ağzından ateş çıkaran silahlarınız var. Bu mu peygamberin önünde yürüdüğü ordu?
Bu tüfeği bir kadın ateşlese bir grup erkeği öldürebilir.
Yazıklar olsun size! Yazıklar olsun size ve tetiğini korkakların çektiği tüfeklerinize!"
Ve tüfekler patladı kurşuna karşı kılıç sallayan şanssız kahramanların göğüsleri üstüne.
Güneş süzülünceye kadar tüfekler patladı, toplar ateşlendi, atlar kişnedi, kurşundan sıyrılabilen kılıçlar can yaktı.
Yiğitlik ve onur o savaş meydanında kaldı.
O günden sonra Mısır ülkesi güzel olan hiçbir şey görmedi.
Sonsuz bir kaos devrinin içine düştü Mısır.
Ne Kavalalılar, ne sömürgeciler ne de Kral Faruk Mısır'a Anzour'un çağını yaşatamadı.
Hala bir savaştan diğerine koşuyor insanlık.
Hiçbir iyi sonucu olmadığını bile bile yıkıyor şehirleri, tanımadığı gençleri öldürüyor, tanımadığı anaları ağlatıyor, tanımadığı çocukları kimsesiz bırakıyor. . . .
İşte yakıp yıktığınız şehirler için,
alçakça öldürdüğünüz gençler için,
zehirledikleriniz, sakat bıraktıklarınız, ümitlerini yok ettikleriniz için,
bomba sesleri, kurşun vızıltıları, tank gürültüleri arasında duyamasanız da bağırıyorum.
İbni Zebul'un feryadı gibi tarihin bir köşesine derkenar düşülsün diye.
Durun!
Susturun korkakların ateşlediği füzelerinizi.
Uçaklarınızı indirin, tanklarınızı çekin.
Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sizin ve bizim için.
Savaşın sonuna hep kaos yazıldı. Hep felaket yazıldı.
Ah ne kadar aciz bu kelimeler...
Ne kadar basit, kolay ve iki yüzlü...
Anlatamıyorum vatanımın halini...
Anlamıyorsunuz.
Daha gelişmişini yapmak için uğraştığınız silahlar vahşiliğinizi arttırmaktan başka bir şeye yaramıyor.
Aklınızı ve yüreğinizi hiç dinlemiyorsunuz. Hep şeytanın fısıldadığı sözlerle hareket ediyorsunuz.
Eksiksiniz, zavallısınız. Ünlü, payeli, zengin fakat zalimsiniz.
Yeter ey insan soyu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder