20 Ağustos 2009 Perşembe

HASTALIKLAR

HASTALIKLAR

Yurtlarından çıkıp gitmeğe zorlanmış Çerkesler’in ve diğer Kafkasyalıların en kötü düşmanı, beslenme eksikliği yüzünden gelişen hastalıklardı. Çerkesler Rus denetimindeki limanlarda, gemilere gerçek anlamda istif edilmişlerdi. Kendilerine ne yardım sağlanmıştı ne de yiyecek içecek verilmişti ve daha ilk uğranılan Osmanlı limanında, Trabzon'da, çiçekten, tifüsten ve iskorbüt'ten büyük sayılarda telef olup öldüler. 1863 kışında, Trabzon’da günde yirmi ile elli arasında Çerkes ölüp gidiyordu. Gelen baharın en kötü günlerinde, ölenlerin sayısı günde 500'e çıkmıştı; yalnız Trabzon'da ölenlerin sayısı 30.000'i bulmuş olabilir. Samsun ve Sinop gibi diğer limanlarda karaya çıkmış olanlar da benzer [yüksek oranda] ölüm yazgısını paylaştılar. Göçün en yoğun olduğu zamanda, Samsunda günde 50 sığınmacı ölmekte idi.

Osmanlı imparatorluğu, Çerkesler’in bu zorlanmış göçüne kesinlikle hazırlıksız yakalandı. Ülkede sağlık şartları zaten en iyi döneminde bile gerçekten iyi denebilecek halde olmaktan uzaktı ve devletteki genel yoksulluk, destek sağlayıcı para yardımı yapılması yahut yiyecek içecek sağlanması konusunda imkanları pek kısıtlıyordu.

"Mezarlıkların yakınlarındaki semtler, bu mezarlıklara ölüler gömülürken gösterilmesi gereken dikkatin gösterilmemesi ve bundan kaynaklanan sakıncalı sonuçlar nedeniyle oturulamaz olmuşlardır ve aileler tüm bireyleriyle konutlarından ayrılmaktadır. Kentin çeşmelerine su ileten kemerli ana su kanalında, bir Çerkesin suyun içinde yüzeduran ölüsü bundan birkaç gün önce bulunmuş ve o su kanalı murdar olmuştur [kullanılamamaktadır]. Caddeler ve sokaklar perişan derecede pis durumdadır; yiyecek kıtlaşmakta ve pahalılanmaktadır, yakacak hiç bulunmamaktadır, bütün bu haller sefaleti arttırmakta ve hastalığın yayılmasına imkan sağlamaktadır"

Ellerinde bulunan üç beş Doktoru ve bulabildikleri ilâçları göndermek dışında Osmanlılar bir şey yapabilecek halde değillerdi. Her ne olursa olsun çiçekle tifüs için tedavi çaresi [henüz, dünyada] yoktu. Tek çare [hastalığı birbirine bulaştırmamaları için] göçmenleri Karadeniz kıyılarındaki sığınmacı kamplarından alıp imparatorluk ülkesi içinde öteye beriye dağıtmaktı. Osmanlılar onları Karadeniz limanlarından, iskân edilecekleri yerlere gönderdiği süre boyunca da Çerkesler’in telef olup ölmeleri önlenemedi. Ölümlerle ilgili kayıtlar, taşıma gemilerinde, hastalıktan ileri gelen ölümlerde üç kişiden birinin hatta bazan daha fazlasının öldüğünü gösteriyor. Bir rapora göre. Çerkesler'den 2 718 kişilik bir topluluk Kıbrıs'a gitmek üzere Samsun'dan gemiye bindirilmişlerdi; bunlardan 202'si Samsun ile İstanbul arasında öldü, 528'i İstanbul’da gemiden indi, Kıbrıs'a doğru yolculuğu sürdüren I 988 kişiden 637'si daha yolculuk sırasında öldü, Kıbrıs’tan yazılmış bir diğer rapor, sözü edilen bu gemi dolusu Çerkesler'in yazgısı hakkında başka bilgiler içeriyor: "Karaya çıkanların yarıdan fazlasının öleceği belliydi, gerçekten de günlük ölümler 30 ile 50 arasında süre gitti"

Abazalar’ın Karadeniz limanlarına varışı zamanında ise, Osmanlı hükümeti daha iyi hazırlıklı idi. Süregiden parasal sıkıntılara rağmen, Osmanlılar Abazalar’’a daha özenli ilgi gösterebildiler ve onların [Abazalar’ın] arasında hastalıktan ileri gelen telefat az sayıda oldu. Sığıntıların sayısı da, daha önceki göçte görüldüğüyle karşılaştırıldığında, çok daha azdı ve bu durum hiç kuşkusuz selâmet sağlayıcı bir etki yarattı.

C. Marvin adında bir İngiliz yazarın kaleme alıp 1888 yılında Londra'da yayınladığı, "The Region of Eternal Fire" (İç Ateş Bölgesi) adlı kitabının 85-86. sayfalarında çok ilginç bir gerçeği açıklar: "1864'de doruk noktasına ulaşan sürgün sırasında Çerkesler, düşmanları olan ve onlara bunca eziyet eden Ruslara hayvan sürülerini bırakıp gitmek istemediler. Gemilerde kendilerine ancak yer bulabilen göçmenler, binlerce inek, öküz, sığır, koyun, keçi gibi değerli hayvanlarım ve hatta sevgili atlarını öldürmek zorunda kaldılar. Amaç düşmanın eline geçmemesiydi (...) Bu kadar çok hayvanın öldürülüp ölülerinin açıkta bırakılmasını düşünebiliyor musunuz? Çerkeslerin gidişinden sonraki aylarda, Çerkesya'da salgın hastalıklar kol gezmeye başladı. Dereler kan aktı, sular mikroplandı, Sıtma, tifo ve bir veba türü çevreye dehşet saçtı, Bu yüzden Ruslar planladıkları gibi oralara Kazak ve mujikleri hemen yerleştirmediler. Gelenler de öldüler. Çerkeslerin laneti tutmuştu."

"Çerkesya sahilleri olağanüstü harika yerler. Kırım'dan çok daha güzel ve vahşi bir doğal görünümü var. Bazı sahillerde dağlar hemen denizin kenarında göklere yükselir. Zengin ve tropikal sayılabilecek kadar yeşil bitki örtüsü düzlükleri ve dağ yamaçlarını kaplıyor. Havanın açık olduğu günlerde muhteşem Kafkas dağlarının gururlu zirveleri görünür. Burası dünyanın en güzel ve en verimli bölgelerinin başında gelir. Fakat ne yazık ki son 40 yıldan beri burası boş ve insandan arınmış, perişan bir durumdadır.

Tüm bu bölgenin bugünkü (1906) nüfusu 65.000 kişiyi geçmez. Bunların 25 bini Novorossiysk'de yaşar, 8 bin kişi de Sohum'da. 1864'den önce bu ülke bağımsızdı ve en az bir milyon yerli Çerkes nüfusa sahipti. Bu insanlar Rus emperyalizmine karşı koyan son halk idiler. Savaşçı, yiğit, azimli ve güzel insanlardı. Dinleri İslam olmakla beraber, aralarında eski pagan inançlara bağlı olanlar da bulunurdu. İşgalcilere karşı canla başla çarpıştılar. Sonunda üstün güçteki Rus ordusu ülkeyi işgal edince Çerkesler esaret altında yaşayamadılar ve Osmanlı topraklarına göç ettiler, daha doğrusu sürüldüler.

Bu sürgünün hikâyesi çok korkunç ve acıklıdır. Çünkü 300 bin Çerkes açlık, yokluk ve hastalıktan telef oldu. Sonunda Osmanlı'ya ulaşanlar oranın en zorlu kişileri oldular. Rusların ele geçirdikleri bu ülkeyi iskân etme gayretleri sonuçsuz kaldı. Çünkü bir anda sıtma salgını tüm sahili sardı ve burası dünyanın en sağlıksız bölgelerinden biri oldu.

Rusya ülkeyi fethetmiş fakat doğa ona bu toprakları kullanma izni vermemişti. Ülkelerinde 30 bin kadar Çerkes kalmıştı. Birkaç bin Rus mujik ve resmi memur, kıyı boyunca aralıklı yerleşim merkezleri kurdular. Bu doğa güzelliği ortasında sefil köyler oluşturdular. Çok az toprak işlendi. Bazı soylular ve Grandük tarımsal projeler gerçekleştirdiler. Bunlardan biri Novıy Afon'dur (Abhazya'da). Denizden baktığınızda Gagra yakınlarında Oldenburg prensinin yaptırdığı otel ve bahçeleri görürsünüz ve gizemli bir vadi ormanlar içinde kaybolur. Fakat içine girince anlarsınız ki sıtma, veba ve ulaşım zorluğu burada yaşamayı imkansız kılar.


Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:97-98 İstanbul,1999 Çiviyazıları

KUZEY KAFKASYALILARIN OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA YERLEŞTİRİLMELERİ

KUZEY KAFKASYALILARIN OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA YERLEŞTİRİLMELERİ

Türk hükümeti Kuzey Kafkasya göçmenlerini karşılamak üzere şu limanlan açmıştı: Trabzon, Samsun, Sinop, Akçakoca, Mudanya, Çanakkale, Gelibolu, Selanik, Köstence, Varna ve İstanbul. İstanbul limanı, sadece transit geçiş noktası olarak görev yapıyordu, çünkü 1865 yılında Türk hükümeti Çerkeslerin başkente girişini yasaklamıştı. Çerkes muhacirlerin buraya gelişlerinde, mutlaka, İstanbul'da ikamet edecekleri süreyi belirten bir özel izin belgesine sahip olmaları gerekiyordu.

Trabzon çevresinde büyük bir muhacir kampı oluşturulmuştu. Nisan 1864'te buraya 18 bin Çerkes taşıyan 34 tekne yanaştı. Zaten o sırada limanda 20 bin muhacir bulunuyordu. Bu durum üzerine Vali Emin Paşa, sadece 6 bin Çerkes'e kıyıya inme izni verince izdiham yaşanmış ve 100 kadar insan ezilerek ölmüştü. Buna rağmen, yeni gelen teknelerin çoğunda belirlenen sınırın iki misli yolcu vardı. Bu yüzden yolda yer darlığından havasız kalarak ya da ezilerek 134 kişi ölmüştü.1864 Mayıs ayında 27 bin kişi daha Trabzon'a geldi.

Sürgün edilenlerin yabancı topraklarda düştüğü zor duruma değinen Vsemirnuy Puteşesntvennik Gazetesi 1871 yılında şunları yazıyor.”Bir yıl içinde göçmenlerin üçte ikisi öldü. Batum yakınlarına yerleşen 22.000 göçmenden sadece 7.000 kişi kaldı.Samsun civarına yerleşen 30.000 kişiden 1.800 kişi kaldı.Binlerce insan ölüyor, çocuklara gelince bu zavallılar mal gibi satılıyorlar.Gençler hizmet için orduya giriyor.”

Çarlığın propogandacılarından Y. Drozdov da şöyle yazıyor:”Yolda gözümüzün önünde arz eden sarsıcı manzara şöyleydi:Oraya buraya dağılmış ve köpekler tarafından parçalanmış, yarı yenmiş çocuk, kadın ve yaşlı cesetleri…Açlıktan ve hastalıktan tükenmiş, zayıflıktan bacaklarını zor kaldıran, bitkinlikten düşen ve aç köpeklere canlı canlı yem olan göçmenler

Bu ölçülerde ve böyle sefalete insanlık nadiren şahit olmuştur.Ama bu savaşı vahşiler üzerinde etkili olmak onları ulaşılmaz dağlık kovuklarından çıkarmak ancak dehşet salmakla mümkündü”.

Bu sırada ortaya çıkan tifo ve suçiçeği nedeniyle muhacirler arasında ölüm oranı çok yükselmişti. Trabzon'daki Rus konsolosu, 1864 yılında gönderdiği raporda, sürgünün başında Trabzon ve civarına 247 bin canın ulaştığını, ancak 19 bininin öldüğünü, günde ortalama 180–250 kişinin ölmekte olduğunu, şimdilerde ise 63 bin 290 kişinin kaldığını bildiriyordu. Trabzon'a ulaşabilenler kara yoluyla Samsun ya da Erzincan'a yönlendiriliyorlardı.

Aşağıda verilen sayılar göç eden dağlıların ölüm oranını yansıtan sayısız göstergeyi ispatlayan örneklerdir: 1864 yılında Trabzon'a gelen bir gemideki 600 yolcudan sadece 370 kişi canlıydı. Trabzon’dakinden sonra göçmenlerin toplandığı ikinci büyük kamp olan Samsun'da (10 bin kişilik) tifo salgını sırasında ölüm vakası günde 200 kişiye kadar yükselmişti. Alman gazetesi Allgemeine Zeitung'te şunlar yazılıyordu: "Ölümler, sadece Çerkesler arasında değil, yerli halk arasında da duyulmamış boyutlardaydı ve 50 000'e yakın ceset gömülmüştü."1864 yılında Kıbrıs'a yanaşan gemide, "2 700 kişiden sadece l344'ü karaya inmişti, kalanı ise ya ölmüştü ya da geminin içinde ölmek üzereydi... Her gün, kırk elli yolcu ölüyordu; karaya çıkışların dördüncü gününde bile bu böyleydi.

Adolf Berje de şunları yazıyor: "... 1864 yılında Transkafkasya'dan, İstanbul üzerinden Yunanistan'a, oradan da İtalya'ya gittim. Batı Kafkasya'da savaş yeni sona ermişti ve Dağlıların Türkiye'ye göç ettiği en yoğun dönemdi. Anadolu kıyılarını izlerken onlara çoğunlukla açık denizde rastladım. Batum'da ve Trabzon'da acıklı durumlarına tanık oldum. Aynı yılın kasım ayında Avrupa'dan dönüş yolunda onları Rusçuk'ta ve Silistre'de öncekiyle karşılaştırılamayacak derecede kötü durumda buldum. Fakat Novorossiysk koyunda Dağlıların bende bıraktığı izlenimi hiçbir zaman unutmayacağım. Burada, kıyıda yaklaşık 17 bin kişi toplanmıştı. Yılın bu geç, havanın bozuk ve soğuk zamanında yaşamlarını sürdürecek temel ihtiyaç maddelerinden bile mahrum olmaları, yayılan tifo ve çiçek salgını durumlarını iyice umutsuz kılıyordu. Gerçekten şu manzarayla kimin yüreği parçalanmaz ki; açık havada, ıslak toprakta iki yavrusuyla paçavralar içinde yatan genç bir Çerkes kadını... Yavrularından biri ölüm öncesi titremelerle yaşamla mücadele ediyor, diğeri de artık son nefesini vermiş annesinin katılaşmış göğsünde açlığını gidermeye çalışıyor. Böyle sahnelere sık rastlanıyordu. Bütün bunlar dini fanatizmin ve Dağlıların, Osmanlı ajanlarının parlak renklerle tasvir ettikleri, onları Türkiye'de bekleyen geleceğe sarsılmaz inançlarının kaçınılmaz sonuçlarıydı..."

Çerkesler, varış limanlarındaki kamplarda bir süre tutulduktan sonra yerleştirilmek üzere iç vilayetlere yönlendiriliyorlardı. Daha önce üzerinde durulduğu gibi, padişah hükümeti, yerleştirilecekleri yerlerin seçiminde stratejik düşüncelerle hareket ediyordu. Hıristiyanların yaşadığı vilayetlerde, Müslüman öğenin güçlendirilmesi ve çoğaltılması; savaşkan Çerkeslerin, egemenlik altındaki ulusların, öncelikle de Hıristiyan olanların, kurtuluş hareketlerinin bastırılmasında kullanılması ve merkezî iradenin güçsüz ve padişah hükmü ancak temsili kaldığı için doğuştan yerli Müslüman halkın sürekli ihtilaf içinde olduğu yerlere Çerkeslerin yerleştirilmesi amaçlanıyordu. Avrupa'daki topraklar (Balkanlar), Ermeni vilayetleri Mezopotamya ve Ortadoğu'nun bir kısmı böylesi bölgelerden sayılıyordu. Bununla birlikte, Çerkeslerin Anadolu'da iskânı sırasında Türk hükümetinin bir başka duruma daha hâkim olması gerekiyordu:

Muhacirleri sık bir hat içinde ve yoğun olarak yerleştirmemek.

Bu, Çerkeslerin kendi aralarında dayanışma sağlayarak bir dirence yol açabilirdi. Bu nedenle Çerkesler adeta serpiştirilerek yerleştirildi.

Kafkas dağlılarının Osmanlı İmparatorluğu'na göçürtülmesiyle birlikte, Türk hükümetinin karşısına, imparatorluğun ağır malî şartları içinde bir de muhacirlerin geçimlerini temin etme sorunu çıkmış oldu. Bu sorun, daha 1852 yılında İstanbul'a gelen 47 dağlının, Türk hükümetine kendilerine parasal yardım yapılması için müracaat ettikleri sırada Babıâli'nin görüşme gündeminde yer almıştı.28 Ekim 1852 yılında (14 Muharrem 1269) Babıâli'den çıkan kararda, özellikle, "Bize gelen Çerkes muhacirler parasal yardım dileğinde bulunmaktalar. Ancak, gelmekte olan başka muhacirler için örnek teşkil eden bu yöntem hazine için ağır bir külfet getirecektir. Böyle bir tasarruftan kaçınmak şarttır. Bu nedenle gelenlere devlet mülkü (miri arazi)den boş toprak tahsis ederek, evlerini inşa etmelerine ve menkul mallar edinmelerine, meselâ 4–5 yıllığına kendilerini her türlü vergiden muaf tutarak yardımcı olmalı. Böylece hem onların maddî ihtiyaçları karşılanacak hem de boş topraklar ihya edilecektir" denmekteydi. Babıâli’nin aldığı bu karar, Çerkes muhacirlerin iskânında temel alınan siyaset oldu. Babıâli’nin kararı uyarınca Çerkes muhacirler, on yıl süreyle askerî yükümlülük ve vergiden muaf sayıldılar; kendilerine ev ya da inşaatının bedeli, aile başına da iki öküz verildi. Ayrıca, göçmenlerin Hıristiyan köylerinde meskûn kişilerin evlerine yerleştirildikleri, yanlarına yerleştirildikleri ailelerin ise muhacirlerle meşgul olmaya, evlerini bedava inşa etmeye, ailelerinin bakımını ve taşınmalarını kendi ceplerinden sağlamaya zorlandıkları sık sık görülmekteydi.

Türk hükümeti, Çerkes iskânını düzenlemek üzere üç komisyon kurdu: Balkanlar, Küçük Asya ve Ortadoğu ülkeleri iskân komisyonları.

Kafkasyalı muhacirlerin Balkanlara yerleştirilmesi işiyle Çerkes kökenli Nusret Paşa'nın öncülüğündeki bir komisyon ilgileniyordu. Onun çabaları ve becerikli yönetimi sayesinde Çerkeslerin Balkanlara yerleştirilmesi çok kısa süre içinde ve önemli bir kayıp olmaksızın gerçekleştirildi. Çerkesler Trabzon'dan Bulgaristan'daki limanlara ulaşıyor (özellikle de Varna'ya), buradan da yerleşmeleri gereken yerlere gidiyorlardı. Varna'ya 1864 Aralık ayı başında 7 bin, Aralık sonunda da 7 bin 400 Çerkes daha geldi. Göçleri sırasında herhangi bir ölüm vakası tespit edilmedi.

Kuzey Kafkasya Müslümanları, Balkanlarda Dobruca bölgesinin kuzeyine ve merkezine, Tulca, Babadağ, Boğazköy (Çernavoda), Köstence şehirlerinin civarıyla Varna yakınlarına, Tuna, Rusçuk, Nikopolis, Vidin, Silistre, Kolarovgrad şehirleriyle, Sofya ve Niş çevresine yerleştirilmişlerdi. Çerkesler, Makedonya ve Trakya'daki Selanik, Larissa ve Serez'e yerleştirildiler. Bunların dışında, Çerkesler ayrıca Kosova ve Filibe ovalarına da yerleştirilmişlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki vilayetlerine yerleştirilen Kuzey Kafkasyalılar, Kemal Karpat'a göre, genel olarak 12 bin aile, İzzet Aydemir'e göre ise, 200 ile 400 bin kişilik 50 bin aileydi. Osmanlı’nın resmî istatistik kayıtlarında ise, Bulgaristan ve Sırbistan sınırına yerleştirilenlerin, 200 bin kişiden oluşan 70 bin aile olduğu belirtilmektedir.

Kafkas göçmenlerinin büyük bir bölümü Küçük Asya, Anadolu'nun batısı ve ortasına yerleştirilmişti. Mc Carthy'nin de teyit ettiği gibi, aslında Çerkesler Anadolu'nun her tarafına yerleştirilmişlerdi. Hâlbuki 1877–78 Rus-Türk Savaşı öncesinde Osmanlı makamları, Rus hükümeti ile yapılan anlaşma gereğince, Çerkesleri Rus sınırı yakınlarına ve Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere iskân etmiyordu. Tek istisna, 1866–67 yıllarında Osetlerin (15 aile–350 kişi) Sarıkamış'a ve önemsiz sayıda Çeçen'in Kars ve Erzurum'a yerleştirilmesiydi. Türk yazarı A. Saydam’ın da vurguladığı gibi, "Elimizde bulunan dönemin belge ve gazetelerinden edindiğimiz kanaat göçmenlerin gönderilmediği tek bir vilayet kalmadığıdır. Bir tek Kudüs, Basra, İşkodra, Hersek, Yemen ve Hicaz'a gönderildikleri söylenemez. Bu vilayetlerin dışında kalan yerlere değişik sayıda muhacir gönderilmişti".

Çerkesler Anadolu'da Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı ve Bursa'ya gönderilmişlerdi. Kafkasya'nın farklı Müslüman halklarının Osmanlı İmparatorluğu'nda yerleştirilişleri etnik açıdan ele alındığında ortaya çıkan tablo şöyledir:



Abazalar Samsun, Tokat, Sinop, Balıkesir

Şapsuglar
Samsun, Balıkesir, Bolu, Aydın, Sakarya

Ubıhlar
Balıkesir, Bolu, Sakarya, Samsun

Biceduhlar
Çanakkale (Biga)

Natuhaylar
Kayseri

Temirgoyevler
Bolu (Düzce)

Kabardinler
Kayseri, Tokat, Sivas

Beslenevler
Çorum, Amasya

Mahoşevler
Samsun (Alaçam)



1866 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden 4 bin 989 Çeçen aileden bin 200'ü Res-ul Ayn'a gönderilmiş, geriye kalanı ise aşağıda gösterildiği gibi yerleştirilmişlerdi:


Sivas çevresine(Şarkışla, Aziziye, Elbistan bölgelerine) 47 aile

Amasya bölgesine
25 aile

Halep, Çardak (Habur) bölgelerine
90 aile

Adana bölgesine
46 aile

Erzurum ve Muş bölgelerine
14 aile

Hınıs bölgesine
24 aile

Kars bölgesine
47 aile


Çerkeslerin bir kısmı da Diyarbakır, Mardin, Halep ve Şam vilayetlerine ve 1868'de ilk Çerkes grubunun geldiği Ürdün’e yerleştirilmişlerdi. Göçmenlerin en kalabalık kısmı Şapsuglar, Kabartaylar, Abazalar ve Biceduhlardan oluşuyordu. Göçmenler, Ürdün'e Beyrut üzerinden deniz yoluyla ya da Halep ve Şam üzerinden kara yoluyla ulaşıyorlar, Amman'a 50 km uzaklıkta olan Ceraş haricinde, Amman'ın 12–15 km yakınlarındaki her yere yerleşiyorlardı. Çerkeslerin Ürdün'de kavimlerine göre yerleştirilmeleri şöyleydi:

Amman
Şapsuglar, Kabardinler, Abazalar

Bade Şehir
Şapsuglar, Biceduhlar, Abazalar

Sveley
Kabardinler

Ceraş
Kabardinler

Ruseyfa
Kabardinler

Zagra
Kabardinler (1902–05 göçünde)

Naur
Abazalar, Biceduhlar


Çerkeslerin Ürdün ve Suriye'ye yerleştirilmelerinin özel nedeni, padişah hükümetinin muhacirleri Bedevi kavimlerine karşı kullanmaya eğilimli olmasıydı. Çerkeslerin, resmen hazineye ait görünen ama aslında Bedevilerin olan topraklara yerleştirilmeleri, iki halk arasında düşmanlığın anında kıvılcımlanmasına neden olmuştu. Çerkeslerin, padişah toprağını göçebe Bedevilerin akınlarından korumaları için kentlerin etrafında halka oluşturacak biçimde iskân edilmelerinin nedeni buydu. Aynı amaçla, sonraları Şam-Hicaz demiryolu boyunca da Çerkes yerleşimleri ortaya çıktı.

1867'den itibaren bir Kuzey Kafkas kavmi daha Türkiye'ye göçe koyuldu: Abazalar. Nisan 1867'de Türk hükümeti 4 bin Abaza ailesinin göç etmesine izin verdi. Abazalar Trabzon, Sinop, Samsun limanlarına getiriliyor, oradan da İzmit, Mudanya, İzmir, Mersin, Samsun, Silifke ve İskenderun üzerinden Kocaeli, Viranşehir, Karahisar, Kütahya, Manisa, Denizli, Niğde, Maraş, Kayseri, Erzincan, Maden, Konya, Burdur ve Urfa'ya doğru yönlendiriliyorlardı. Abazalar’ın bir bölümü, bin 32 kişi, Bulgaristan'da iskâna tâbi tutulmuşlardı.1867 yılında göç etmiş Abazaların sayısı genel olarak 10 bin 865 kişidir. Abazaların, Türklerin kışkırtması ile başlattıkları ancak başarısız olan isyanlarından sonra topluca (200 bin kişi) Türkiye'ye sürülmeleri ise 1878'de olmuştur. Ş.D. İnal-İpa'nın da belirttiği gibi, "muhacirlerin sürülmesinin ardından, bir tek Megreli sınırında Samurzakan Abazaları ile biraz Abzuy ve Bzıb kalmıştı".

Böylece, 1857–66 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden Çerkeslerden 200 ile 400 bini Balkanlara, l milyonu Anadolu'ya, 25 bini Suriye ve Ürdün'e, 10 bin kadarı da (aslında Cihetler, biraz da Ubıh) Kıbrıs'a yerleştirilmişlerdi.

Türk hükümetinin Kuzey Kafkasyalıları iskân planları Hıristiyan tebaa arasında kuşkuyla karşılanıyordu. Rusya'nın Edirne konsolosunun 12 Aralık 1860'taki raporunda, vilayete Kafkas muhacirlerin gelmesinin "yerli Hıristiyanlar arasında çok olumsuz bir izlenim yarattığını" belirtmesi buna bir örnektir. Konsolos, "Akıl mantık kalmadı" diye yazıyor, "iş geldi Rusya’ya karşı mesnetsiz, kötü niyetli suçlamalara dayandı: Bir yandan, ülkede sönmekte olan Müslüman halk yerleşimini desteklemek ve Türkiye'yi taze bir orduyla donatmak, diğer yandan da Bulgarlara Rusya'ya göçmeleri için davet çıkarırcasına dalkavukluk ederek Hıristiyanlığı zayıflatmak".

Yunanistan'ın Epir bölgesine bin Çerkes ailesinin iskân edilmesinin olumsuz sonuçlarına yöredeki Rus konsolosu şöyle işaret ediyordu: "Epir'de tamamen Hıristiyan nüfus meskûndur. Buradaki dağlıların arasına çok sayıda Müslümanın sokulması çok kötü bir etki uyandıracak ve akıllara durgunluk verecek sonuçları olacaktır."

Endişe artıyordu; çünkü gelen muhacirler silahlıydı, yerel Türk makamlarının göz yummasıyla da, Hıristiyanların diledikleri saldırı nesnesi olduklarını farkediyor, çapulculuk ve yağmalamaya girişiyorlardı. Varna'daki Rus konsolosu, bir grup muhacirin yerine ulaştığını bildirirken, "En kaygı verici olan gelen Çerkeslerin tutumu. Salınmış oldukları her yerden yağma ve zorbalık öyküleri duyuluyor. Gerçi Hıristiyanlar adet olduğu üzere Türklerden daha çok çekiyor ama onlara da aman vermiyorlar" diyordu. Trabzon’daki Rus konsolosu, yerel makamların muhacirler karşısındaki iradesizliğini, "Çerkeslerin üzerinde hiçbir yaptırım yok ve yerel makamlar onlardan korkuyor" cümlesiyle ifade ediyordu. Bölgeye ulaşan çok sayıda silahlı Çerkes'in, iskânlarına ayrılan yerin garnizonunun yetkisine tecavüz ettiği, Lamaka'daki gibi olaylar da oluyordu.

Kuzrv Kafkasyalıların Osmanlı İmparatorluğu'na göç öyküsünde 1877–78 Türk-Rus Savaşı'nın ve ardından gelen 1878'deki Berlin Konferansı'nın anlamı büyüktür. Bu konferansta padişah hükümeti, Rusya'nın baskısıyla, daha önce Balkanlara yerleştirdiği Çerkeslerin yerini değiştirmek ve imparatorluğun iç bölgelerine, Anadolu'ya ve Yakın Doğu'ya çekmek zorunda kalmıştı. Çerkesler de, bir kitlesel içgöç dönemi olarak tanımlanabilecek olan 1879'u "Göç Yılı" olarak kabul etmektedirler.

1876'da Bulgaristan'da Türklere karşı, Türk orduları tarafından, oraya yerleştirilen Çerkeslerin de etkin desteğiyle, anında bastırılan bir isyan patlamıştı. Çerkesler, Dranov yakınlarında, Hariton isyanının başını çeken büyükçe bir Bulgar birliğini yok etmişlerdi. Tüm Hıristiyanlara karşı düşmanlıkla dolu Çerkesler, koca koca köyleri kılıçtan geçirerek başkaldırı odaklarını acımasızca eziyorlardı. "Filibe sancağında Çerkesler ve başıbozuklar (Türkiye'nin düzensiz sipahi orduları) tarafından birkaç gün içinde 15 000 kişi kılıçtan geçirilmişti; öldürmelere eziyetler ve her türde kirletme eşlik ediyordu."

Babıâli'nin, savaşkan ve kapalı bir topluluk olarak yaşayan Kuzey Kafkasyalılarla Balkanların demografik yapısını değiştirerek, Slav halklarının kurtuluş hareketlerini ezmek üzere tıkır tıkır işleyen bir düzenek kurma girişiminden zaten rahatsızdan Rus hükümeti, Çerkeslerin Balkanlar'dan uzaklaştırılması için bir bahane arıyordu. Filibe katliamı bu fırsatı yarattı. 18 Aralık 1876'da, İstanbul Konferansı'nın beşinci oturumunda Osmanlı imparatorluğu nezdindeki Rus sefiri Çerkeslerin Balkanlardan uzaklaştırılmasını resmen talep etti. İstanbul Konferansı tavsiye kararlarının dördüncü maddesinde, "Çerkeslerin Bulgaristan'da ikamet etmeleri men edilmektedir, daha önce yerleştirilen Çerkesler de Asya'daki vilayetlere gönderilmelidir" deniyordu.

1877–78 Türk-Rus Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu muzaffer tarafın şartlarını kabul etmek ve Kuzey Kafkasyalıların Balkanlardan çekilmesi konusundaki isteğini yerine getirmek zorundaydı.

Berlin Antlaşması’nın imzalanmasının hemen ardından Çerkesler Balkanlardan sürülmeye başlandı. Sultan II. Abdülhamit, anılarında Çerkeslerin Balkanlardan sürülmesi hakkında şunları yazıyordu: "Ben dindaşımız olan bu muhacirlerin iskânı ve müdafaası için elimden gelen herşeyi yaptım. İstanbul'dan Halep'e muhacir yerleşimleri kurdum. Onların yerleştirilmeleri için yapılan masrafların çoğunu feragatle kendi cebimden ödedim."

Balkanlardan sürülen Çerkesler Edirne, Selanik ve Kosova vilayetine geliyorlardı. Edirne sürülenlerin toplama merkezine dönüşürken, Selanik limanından Anadolu limanlarına ve Suriye'ye gönderiliyorlardı. 1879 yılı Mayıs ayında Edirne'de 41 bin 38 kişi birikmişti. Bunlardan 176'sı Romanya'dan, 4 bin 352'si Bulgaristan'dan, 26 bin 613 kişi de Batı Rumeli'den geliyordu.

18 Nisan 1879'da Babıâli, imparatorluğun Asya vilayetlerinin valilerine, Çerkeslerin Balkanlara geri dönmesine engel olunmasını yazılı olarak bildirdi ve bir nota ile bu uygulamasını büyük devletlere duyurdu.

Balkanlardan nakledilen Çerkeslerin sayısı genel olarak 300 bin kişiydi. Bunlar aşağıdaki vilayetlere ve bölgelere yerleştirilmişlerdi:

Aile Sayısı İnsan Sayısı
Yerleşim Yeri

10000
50000
Halep, Deyr-Zor

5000
25000
Şam Vilayeti

5000
25000
Adana Vilayeti

2000
10 000
Konya Vilayeti

2000
10000
Kıbrıs

1000
5000
Kastamonu

1000
5000
Ankara Vilayeti

900
4500
Samsun ve Amasya

100
500
Cezayir


Balkanlardan göçen Çerkesler, bu yerlerin dışında ayrıca Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerleştirilmişlerdi. Berlin Antlaşması'nın 61’nci maddesi uyarınca padişah hükümetinin Ermenileri Çerkes ve Kürt saldırılarından koruma yükümlülüğü olmasına rağmen, Ermeni vilayetlerindeki Çerkes sayısını arttıran bu son uygulama, Ermeni nüfus ve Patrikhanenin şiddetli protestosuna yol açmıştı. Bunun üzerine, 1879 Ocak ayında 40 bin Çerkes Diyarbakır üzerinden Res-ul Ayn'a gönderildi. Bu ailelerden 4 bin ile 5 bini Türk hükümeti tarafından Diyarbakır vilayetine yerleştirilmişti. Bu nedenle, Diyarbakır Ermeni Piskoposu İngiliz konsolosu ile buluştu ve ondan bu kararın geri alınması için uğraşmasını rica etti. Adapazarı’ndaki Ermeni ve Rum cemaatlerinin temsilcileri, kente 40 bin Çerkes'in yerleştirilmesinin önünün alınması için, Haziran 1879'da İstanbul'daki İngiliz Elçisi Layard'a müracaat etmişlerdi. Gene o sıralarda Muş'a 4 bin Kuzey Kafkasyalının yerleştirilmesini protesto etmek için Ermeni Patriği Nerses de Layard'a başvurmuştu.

Balkanlardan Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere nakledilen Çerkeslerden Oset ve Çeçen olanlar Hınıs ovasına ve Varto kazasına, Çerkesler ise Malazgirt, Bulanık, Ahlat ve (Van'a bağlı) Adilcevaz kazalarına ve Bitlis'e bağlı Genç'e yerleştirilmişlerdi. Daha sonraki yıllarda Kuzey Kafkasya'dan gruplar halinde gelen yeni muhacirlerin hemen hemen hepsi Ermenilerin yaşadığı vilayetlere, öncelikle de Muş'a ve Muş sancağına yerleştirilmişti. Erzurum’daki Rus konsolosunun verdiği bilgiye göre: "Bütün Kafkasya kökenlilerin Erzurum vilayetinden gönderilmeleri konusundaki ısrarlı taleplerime hazırcevapla ve vaatle karşılık veriliyor ancak herhangi bir önlem alınmıyor; hatta valilerin onların bu bölgeye taşınmasına vesayet ettiklerini bile söyleyebilirim."

Aşağıda 1857–66 ve 1879 yılındaki göçlerinden sonra Kuzey Kafkasyalıların Küçük Asya'da yerleştirilmelerine ilişkin tablo verilmektedir:


Bölge Sayı
Bölge
Sayı

Kars
500
Ankara
60000

Bitlis
2500
Konya
12000

Muş
2500
Bolu
32000

Erzurum
3000
Antakya
1500

Mardin
1 000
Afyon
5000

Gümüşhane
1 000
Eskişehir
14000

Gaziantep
17000
Sakarya
35000

Sivas
49000
Kütahya
3000

Samsun
60000
Bilecik
1000

Amasya
6000
Kocaeli
15000

Tokat
33000
Burdur
10000

Hatay
1 500
İstanbul
100 000

Adana
13000
Denizli
1 500

Kayseri
35000
Balıkesir
35000

Sinop
10 000
Manisa
2000

Çorum
16000
Aydın
9000

Yozgat
7000
Çanakkale
10000

Mersin
1 000
İzmir
30000

Kırşehir
2000
Kastamonu
50000


Karadeniz kıyılarına yerleştirilen Çerkeslerin sayısının Osmanlı İmparatorluğu verilerinde Lazlar ve Müslümanlaşmış Mingreller (Gürcüler) de dahil edildiği için abartılı olması sık karşılaşılan bir durumdu. Bu iki halkın yaşam tarzı birbirine benzediği için Karadeniz'in Anadolu sahiline yerleştirilen Çerkeslerin bir kısmı Lazlarla karıştırılmıştı. 1881'de Lazların sayısı 200 bin kişiydi. Lazların esas bölümü, nüfusun yüzde 11’ini oluşturdukları Trabzon vilayetinde yaşamaktaydı.

Kafkas dağlılarının Osmanlı İmparatorluğu'na göçü sonraki yıllarda da sürdü ve 1917'ye dek devam etti. Kuzey Kafkasya Müslümanları fazla büyük olmayan gruplar halinde ya da 20–30 evlik küçük partiler halinde Türkiye'ye geçiş yapıyorlardı. Türkiye'nin görevlendirdiği kişilerin yaptığı propaganda, 1880–1917 arasındaki göçte önemli rol oynadı. Buna karşın Rus hükümetinin aldığı tavır nedeniyle, artık bir daha dağlıların yığınsal olarak göç ettiği görülmedi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, 60'lı yıllarda dağlıların Anadolu'ya göç etmeleri konusunda Çar hükümetinin takındığı tavır esaslı değişiklik geçirdi. Kuzey Kafkasya'da koca bölgelerin bütünüyle insansızlaşmasının ileride yaratacağı tehlikelere karşın, etrafı büyük bir Rus kitlesiyle çevrilen ve dağıtılan dağlıların artık eskisi gibi tehdit oluşturmaması bu siyasetin nedenini açıklamaktadır. 1867'de Kafkasya Genel Valisi Büyük Prens Mihail, Kuban bölgesindeki bir turunu, "Türkiye'ye göçün artık tamamen son bulması gerektiğini dağlılara şahsen bildirerek" noktaladı. Bundan sonra köylerin (avul) tamamının Türkiye'ye göçmek üzere izin talepleri Kafkasya makamlarınca kabul görmedi. Göç iznini ancak dağlı küçük gruplar koparabiliyordu. Bunun dışında, bazı Çerkesler kendi başlarına Türkiye'ye gitmeyi başarıyorlardı. Böylece 1873 sonbaharında Kuban bölgesinden 420 aile (3 bin 400 kişi) Türkiye'ye gitmek üzere sınır dışına çıktı.15 Ocak 1890'da Trabzon'daki Rus konsolosu, "Batum yöresinden büyük partiler halinde göçmenlerin gelmekte olduğunu ve birkaç geminin bunları taşımakta olduğunu" bildirdi. Mart 1895'te sadece Tersk yöresinden 2 bin 108 aile (toplam olarak 16 bin 708 kişi) göç etmek için dilekçe verdi. Yine 1895 yılında Kuban yöresinden Karamurza, Urup, Konokov, Kuronov avulları (647 ev–2 bin 59 kişi) Türkiye'ye göç izni alabildiler. Türk hükümeti bunları Boğazan'a iskân etti. Bir bölümü de Bayburt'a yerleştirilmişti.

Türkiye'ye göç etme taleplerinin artması Rus hükümetini telâşa düşürdü. 1899 yılı başında İçişleri Bakanlığı bünyesinde, göçü zorlaştırmaya yönelik bir önlemler paketi üzerinde çalışacak olağanüstü bir danışma kurulu toplandı. Hazırlanmış olan ve Çar II. Nikola'nın 1901'de onayından geçen önerilere uygun olarak, göçmek isteyenler, Türk hükümetinin kendilerini sınırlarına ve Türk tebaasına kabul ettiğini gösteren bir belge sunmalıydılar. Muhacirler ancak böyle bir belge edindikten sonra, yerel valilik makamlarına dilekçe verip onay almak, Rus uyruğundan çıkmak ve gitmeden önce arkalarında kalabilecek bütün borç ve vergilerini temizlemek durumundaydılar. Üstelik bütün taşınma masraflarını da kendi ceplerinden karşılamaları gerekiyordu.


Danışma Konseyi'nin aldığı kararla sınır dışına çıkma sürecinin zorlaştırılması bile göçe engel olamıyordu. 1900–1902 yılları arasında, Nalçik dolaylarından 4 bin 392 Kabartay Türkiye'ye göçmüştü.1901'de Konya'ya 242 Çerkes, Çeçen, Dağıstanlı, İnguş ve Kabartay ailesi (bin 210 kişi) geldi. Bu muhacirlerden 20 aile Sivas'ta, biri Biga'da (Gelibolu), 12'si Beyşehir'de (Konya'nın bir ilçesi), 19 aile de Niğde'de iskân edildi. Diğerleri Konya'da kaldı. II. Abdülhamit’in talimatıyla Konya'da kalan Çerkesler (Konya'dan başlayan) Bağdat demiryolu boyunca yerleştirildiler.

25 Haziran 1901'de 2 bin Çeçen daha Rus hükümetinin verdiği sürekli ikamet izniyle Türkiye'ye gitti.

1900 yılında Çerkes göçmenler Türkiye'ye vardıkları andan itibaren Şam'a yöneliyorlar, oradan da ya Şam vilayeti civarında ya da Amman çevresinde yerleştiriliyorlardı. Kafkasyalıların Türkiye'ye böylesi kitlesel göçü ilk Rus burjuva devrimi yıllarında (1905–7) da görülmüştü. Çar hükümeti, 1905 Mayıs ayında 260 Kabartay ailesine Türkiye'ye gidiş izni vermişti. Bu ailelerin tümü Şam vilayetinde iskân edildiler.1905 yılının Haziran-Ağustos aylarında İstanbul'a yasal olmayan yollardan bin 517 kişi (81 aile) daha ulaştı. Kafkas yönetimi onları istenmeyen kişi ilân edince, İstanbul'daki Rus konsolosunun çabalarıyla Türk makamları bu Çerkeslere Anadolu'da yerleşme izni çıkardı.

1906 yılında Kafkasya'dan 200 Müslüman aile Bitlis vilayetinde iskân edilmişti.

Kafkasya'da görülen sürekli göç süreci bu bölgenin gelişmesine büyük bir darbe vurdu. Buna karşın Türk propagandasının etkisinde kalarak göç eden Çerkesler, çok az istisnayla, çok çabuk düş kırıklığına uğradılar ve umduklarını bulamadılar. Osmanlı İmparatorluğu'na göç sorunu, gerek Avrupa'da gerekse Osmanlı imparatorluğu'nda yayımlanan (1908 Jön Türk darbesinden sonra) Çerkes gazetelerinin sayfalarında ve Çerkes yayınlarında durmadan işlendi. Paris'te yayımlanan Mousoulma-nine gazetesinin bir sayısında yer alan "Acı Soru" başlıklı makalede şöyle deniyordu: "Dağlı Müslümanların öz vatanlarında ekonomik durumlarını düzeltmelerini, eğitimi, kültürü ve herşeyi etkileyen başlı başına engel, geçen yüzyılın 60'lı yıllarından başlayarak düzenli olarak sürekli körüklenen Türkiye'ye göç sorunudur."

Osmanlı İmparatorluğu'nda önemli mevki sahibi Kuzey Kafkas cemaatinden pek çok kişinin söylemleri, yurttaşlarının olmadık umutlara bel bağlamamaları ve göç etmemeleri konusunda uyarıcıydı. Bunlardan Muhammed Eceruh şöyle yazıyordu: "Benim birçok akrabam ve tanıdığım artık yeni hükümette mümtaz mevkiler tutmuş bulunuyor. Ancak buna hep dediğim ve durmadan yinelediğim gibi; sevgili din kardeşlerim, Türkiye'ye göç etmekten sakının: Pek az bir istisna dışında sizleri orada bekleyen tek şey soğuk bir mezardır. Yeni bir hayatın göçmenlerle hiçbir alâkası yoktur... Olayların etkisi altında kalarak, belki de en temiz emellerle bize koşanlar, şimdi Boğaziçi sahillerine ayak bastıkları o güne lanet yağdırıyorlar.

Ancak, tüm uyarılara karşın, dağlıların Türkiye'ye göçü, önemsenmeyecek sayılarda da olsa 1910'dan sonra da devam edecekti.

Kafkas muhacirlerinin Türkiye'de meşguliyet alanları üzerinde kısaca durmak gerekir. Muhacirler, göçten hemen sonra, Kafkasya'da sürdürmüş oldukları yaşam tarzını, yeni vatanlarında tutturmaya yöneldiler. Çerkes yerleşimleri bu nedenle içine kapanıklıklarıyla göze çarpıyordu. Kuzey Kafkasya'da edindikleri âdetler, yaşlılara saygı vb. bu kapalı çevrelerde uzun yıllar boyunca aynen korundu. Köyde tüm sorunların çözümlenmesi için bir ihtiyar meclisleri vardı, Çerkesler, bu konuda zaten pek istekli olmayan yerel resmî makamların kendi topluluklarının iç işlerine karışmalarını sınırlamaya çalışıyordu. Dolayısıyla Çerkes köyleri kendine özgü bir iç özerklikten yararlandı.

Çerkesler temelde devlet görevlerinde yer aldılar, özellikle de ordu, polis ve jandarmada. Osmanlı yönetimi onları bu tür işlere faal bir biçimde yöneltiyordu. 1867'de Varna'daki Rus konsolosunun raporunda, "Türk ordusunun saflarına katılmış olanlar bir yana, Çerkeslerden çoğu yerli Türk konaklarında koruma görevlisi olarak çalışmaktalar"deniyordu.

Çerkesler, tarım dışında hayvancılıkla (at yetiştirme) da uğraşıyorlardı. Bu konuda, en çok da Çerkes atı ile yerli türleri melezleştirerek iki hara kurmuş olan Adana vilayetindeki muhacirler başarı kazanmışlardı

Kafkas muhacirler Osmanlı İmparatorluğu'nda daha çok gözü pek eşkıya ve at hırsızı olarak bilinirlerdi. Rus Genelkurmay Albayı V.N. Filipov'un edindiği izlenim şöyleydi: "Dağlılar yerleşik bir yaşam tarzı sürdürmekteler ve buğday ekimi ile meşguller; ancak herşeye rağmen hırsızlık önde gelen uğraşları, özellikle de, sistemleştirilmiş at hırsızlığı. Bu öylesine görkemli bir organizasyona dönüşmüş ki, örneğin Sivas'ta çalınan bir at, bir hafta sonra 400 verst (l verst=l,06 km) uzaklıktaki Ankara'da ortaya çıkıyor".1904 yılında Adana vilayetinde bulunmuş olan Rus Genelkurmayından bir başka subay, Yarbay Tomilov da, "Dağlıların hırsızlık ve talana olan eğilimleri nedeniyle yerli nüfus tarafından sevilmediklerini" belirtiyordu.

Son olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda nüfus kayıtları dinî aidiyet kıstası gözetilerek tutulduğu için Çerkeslerin sayısı konusundaki bilgilerin de Osmanlı İmparatorluğu'ndaki diğer Müslüman halklarınki gibi nispi olduğunu dikkate almak şartıyla, buralara gelmiş olan Avrupalı gezgin ve konsolosların verilerinden yararlanarak, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ve Kilikya'daki Çerkeslerin genel nüfusu üzerinde durmak yerinde olacaktır.

1912 yılında Averyanov ve Filipov'un verdikleri bilgilere göre Anadolu'daki Çerkeslerin toplam sayısı 400 bin kişiydi. Ancak bu sayı oldukça az gösterilmiştir. Yarbay Tomilov'un kaydettiği verilere göre, Adana vilayetinde 13 bin 200 Çerkes yaşıyordu ki bu genel nüfusun yüzde 3,2'siydi.Aynı kaynağa göre, Çerkesler Kuzey Suriye'de genel nüfusun yüzde 2'sini oluşturuyorlardı. Çerkesler Habura semtinde, Çeçenler ise Resul Ayn'da yaşıyorlardı."Ayrıca", diye yazıyor Tomilov, "onlara birçok başka kentte de rastlanabilir: Çerkeslerin çoğu ordularda subay ve de jandarma (zaptiye) olarak hizmet vermektedir".

Çerkesler, Halep vilayetinde aşağıdaki kazalarda yerleştirilmişlerdi:

Kaza
İnsan Sayısı

Kilis
1 500

Antakya
3000

Harim
3000

Membic
1500

Toplam
90 000


Çerkesler, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Van, Bitlis ve Muş'a yerleştirildiler, Muş ovasındakiler 1894 ve 1904 Ermeni isyanlarından sonra Sasun'a iskân edildiler.

İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesinin verilerine göre, 1912–13 yıllarında Ermeni vilayetlerinde yaşayan Çerkeslerin sayısı 62 bindi.

Avrupalı yazarların ve konsolosların açıklamış olduğu çeşitli bilgi ve verilere dayanarak Rusya İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığı, 1913'te Çerkeslerin, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde nereye, ne kadar yerleştirildiklerine dair bir tablo hazırlamıştı.


Arsen AVAGYAN:Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkesler Sayfa:21-79 Belge Yayınları İstanbul 2004

TİMES MUHABİRİ GÖZÜYLE KAFKAS DAĞLILARININ TÜRKİYE’YE GÖÇÜ

TİMES MUHABİRİ GÖZÜYLE KAFKAS DAĞLILARININ TÜRKİYE’YE GÖÇÜ

Times muhabiri 28 Nisan'da (1864) Konstantinopol'den bildiriyor: "Üç Kafkas kabilesinin (Şapsığlar, Ubıhlar ve Abzehler) son kişilerine kadar ülkelerini terk etmeye ve Türkiye'ye sığınmaya karar verdikleri artık biliniyor. Göçmen seli şimdi de önceden olduğu gibi o kadar büyük ki Türk hükümetini çok zor durumda bırakıyor. Bu talihsizlerden 27 bini son derece kötü durumda Trabzon'a geldiler. Yılın bu en uygunsuz mevsiminde yaptıkları yolculukta çektikleri yokluklar bulaşıcı hastalıklara neden oldu ve bu hastalıklar açlıktan bitap düşmüş kavmin arasında korkunç yıkıma yol açtığı gibi yerli halka da aman vermiyor. Tifo ve çiçek Trabzon'da kol geziyor, bunun üzerine bir de açlık tehdidi var. Türk hükümeti sığınmacılara yurt edindirmeyi ve onları kendi tebaası arasına katmayı çok istiyor. Fakat bu hareket o kadar beklenmedik ve büyük ölçülerde oldu ki, her gün sayısı artan konuklar için erzak hazırlama imkânı olmadı. Önümüzdeki iki veya üç ay içinde en az 300 bin kişinin daha bu ülkeye sığınmaya niyeti olduğu tahmin ediliyor. Ne yazık ki bunun için gerekli nakliye gemilerini hazırlamak son derece zor. Türk hükümeti bu amaçla tahsisat ayırmıştı, fakat pek işe yaramadı. Şimdi hükümet savaş gemilerinden bazılarını silahsızlandırarak bu iş için kullanmayı düşünüyor, ancak zorlukları halletmek için bu da yetersiz kalacak.

Göçmenler arasındaki ölüm oranı hakkında şu olay bir fikir verebilir: Gemiyle gelen 600 Çerkes'ten, üç veya dört günlük yolculuktan sonra 370'i karaya ulaşabildi. Fırtınalı havada Karadeniz'de yolculuğun bütün sıkıntılarına katlanan çocuklu kadınların en temel ihtiyaç maddeleri bile yok; bebeklerini elbiselerinden kopardıkları parçalara sarıyorlar. Güverteler ölüler ve can çekişenlerle dolu. İşte Karadeniz sularında şimdi her gün yaşanan manzara bu.

Kafkas Dağlılarının kısa süre içinde kesin olarak yenileceği ve itaat altına alınacağı belli olunca Rus hükümeti, sultanın vatanını terk etmek İsteyen Kafkas kavimlerini tabiyetine alıp almayacağını öğrenmek amacıyla Babıâli’ye bir teklif yaptı. Türk hükümeti göçün yavaş olması ve yazdan önce başlamaması koşuluyla onları almayı kabul etti. O zamanlar 40 veya 50 bin kişinin bu haktan yararlanmak isteyeceği tahmin ediliyordu. Fakat olaylar öyle hızlı gelişti ki, bu anlaşma tam olarak yerine getirilemedi ve Rus silahının Kafkasya'daki başarıları Dağlılar arasında korku yarattı ve toplu bir göçe yol açtı.

Göçmenlere yiyecek ve barınak sağlamak için mümkün olan bütün acil tedbirler alındı. Fakat bunlar gerçek ihtiyaçlara cevap vermekten o kadar uzaklar ki, gelecek için ciddi endişe uyandırıyor. 100 hanelik her Türk köyüne, gelenlerden onar aile yerleştirilmesi düşünülüyor. Bu tedbir pek makul görünmüyor. Çünkü bu, yerli halkı çaresiz proleterlerin geçimini düşünmek derdine sokacak, zamanla onların kısıtlı imkanları da tamamen tükenecek. Ayrıca bu, artık başkente kadar ulaşan bulaşıcı hastalıkların yayılmasına yol açacak. Bu nedenle bu kararın iptal edileceği umut edilebilir. Doğru bir iaşe sistemi kurulabilmiş olsaydı, Türk hükümeti bu göçten büyük faydalar sağlayabilirdi. Küçük Asya'da ve imparatorluğun diğer kısımlarında nüfusun nispeten az olduğu geniş ve verimli topraklar, ovalar var. Çerkesler'in buralara dağıtılması faydalı olurdu. Pamuk işlemeciliği hızlı şekilde gelişiyor. Hem bunun gelecekteki başarısı için iş gücü gerekiyor, hem de birçok insana iş ve para kazanma imkânı sağlanabilir. Fakat şimdi hemen bir şeyler yapmak gerekiyor. Bu durumda en pratik ve yararlı hareket tarzı yeterli sayıda gemi sağlamak olacaktır. Yokluğun bütün felaketlerine ve sıkıntılarına maruz kalmış bu kadar çok insan bir yerde toplanırsa çabucak memnuniyetsizlik ve isyan çıkar. Trabzon'da ve diğer yerlerde karaya çıkan Dağlılar arasında da bu tehlikeye işaret eden belirtiler ortaya çıktı.

200 bin civarında Dağlıyı Türk ordusunun saflarına katma planı da var. Sadrazam ve Harbiye Nazırı Fuat Paşa bu amaçla Karadeniz kıyılarına, Ali Paşa idaresinde askeri bir komisyon gönderdi. Ali Paşa da Çerkes kökenli ve soydaşları arasında itibarı ve otoritesi olan biri. Bu elbette mükemmel bir fikir, sonradan büyük yararlar sağlayabilir. Fakat şu anda hemen acil yardım sağlamak ve kesin karantina tedbirleriyle, bu talihsizlerin yüzde 20'sini yok eden ve yerli halk arasında da yayılan bulaşıcı hastalıkları önlemek gerekiyor. Hükümet tarafından bu amaçla bir komisyon kuruldu. Sultan bizzat kendi hazinesinden 50 bin funt sterlin bağışta bulundu".


Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler Sayfa 51-53 Chiviyazıları İstanbul 2004

KAFKAS SAVAŞI VE DAĞLILARIN TÜRKİYE'YE SÜRÜLMESİ

KAFKAS SAVAŞI VE DAĞLILARIN TÜRKİYE'YE SÜRÜLMESİ

Muhacerat, yani Kafkas halklarının büyük kısmının 19.y.y.da Osmanlı Devleti’ne ve yakındoğu’nun diğer ülkelerine göç hareketi yakın dönem Kafkasya Tarihi’nin en karmaşık ve trajik sayfalarından biridir.

Kafkas halklarının göç harekatı tarihin değişik dönemlerinde çok defa yaşanmış ve her biri belli sebeplerden kaynaklanmıştı.Fakat 19.y.y.’ın ikinci yarısında Dağlıların Halk Kurtuluş Mücadelesi’nin yenilgiyle bitiminden sonra yaşanan muhacerat, Kafkasya’da kendi medeniyetini ve özgün kültürünü yaratan bir halkın ülkesini terke zorlanması özelliğini taşıyordu.

Devrim öncesi Rus tarih yazımında Kafkas savaşlarının başlangıç tarihi 1799 olarak verilmektedir. Avrupa ve Türk tarih belgelerinde ise Kafkas savaşının başlama tarihi Ruslarınkinden epeyce farklıdır. Batılı kaynaklarda, temelde, Suvorov'un 1782'de Nogayları katletmesinin Kafkas savaşlarına giriş sayılabileceği görüşü hâkimdir Avrupa tarihçiliğinde, Şeyh Mansur İsyanı ve onun 1785'te Anapa'dan Kızlar'a dek "cihat" çağrısı, Kafkas savaşının asıl ilk adımı olarak görülür.

Aynı şekilde, Türk tarih yazımı da, Suvorov'un Nogayları yok etmesi olayının Kuzey Kafkaslar üzerindeki "önemli sonuçlarına" değinerek, Babıâli'nin Şeyh Mansur'u Ruslara karşı "kışkırtması"nı Kafkas savaşının başlangıcı olarak göstermektedir. Türk tarihçileri, Şeyh Mansur İsyanı'nın, ilk kez "tüm Kafkas boylarını birleştirmeye" yeltenerek "Kafkasya'nın kaderini değiştirdiği" olgusunu özellikle vurgulamaktadırlar.

Gerçekten de, Kuzey Kafkas halklarına karşı genel askerî harekât, Tümgeneral A.P. Ermolov'un Kafkas Ordusu Başkomutanlığı ve Kafkas Bölgesi Başyöneticiliğine tayin edildiği andan itibaren, yani 1816'da başlamıştı. Savaş, onun yönetiminde, sonradan Rus birliklerinin Kuzey Kafkas boylarının yerleşim bölgelerine akını ve köylerin yakılıp yıkılması şeklini alan, yumuşatılmış partizanca taktiklerle yapılırdı. Hasım tarafın bölgesini ele geçirmek ve zapt etmek gibi bir amaç güdülmezdi.

Kafkas savaşlarının seyrini üç döneme ayırmak mümkündür:
1) İlk dönem 1816–1846 yılları arasını kapsamaktadır. Bu, Rus birliklerinin bölgeyi işgal etmedikleri ve elde tutmaya çalışmadıkları, ancak tehlikeli kişileri tutuklamak üzere tenkil müfrezeleri yolladıkları; dağlıların Türkiye ile alışverişine ve Kafkasya'ya silah sokulmasına engel olmak üzere de Karadeniz kordon boyunu oluşturmaya başladıkları dönemdir.

2) İkinci dönemin (1846–1856) özelliği, Rus birliklerinin yavaş ilerleyişi ve ele geçirdiği toprakları zapt ederek Kazakları kordon boyuna göç ettirmesidir.

3) Üçüncü dönem (1856–1864), Kuzey Kafkasya'yı boyunduruk altına alma planının hazırlandığı ve uygulamaya konduğu dönemdir. Bu dönemde dağlılar yığınsal olarak sürgün edildiler, 'Ruslaştırılma"ya tâbi tutuldular ve ardından da dağlık topraklara Ruslar iskân edildiler.

Kuzey Kafkas halklarının yerlerinden sürülme planları, Kafkas ordusu komutanlıkları ve
Rusya İmparatorluğu Genelkurmayı tarafından ancak Kafkas savaşının üçüncü safhasında geliştirilmeye başlandı. Plan, bölgedeki Rus egemenliğinin sadece Kuzey Kafkasya'nın tümüyle fethi söz konusu olduğu sırada değil, gelecek yüzyıllar için de güçlendirilmesini amaçlıyordu. Ama ondan önce, 1840'ta Çar I. Nikola'nın emriyle, Rusya tarafına gönüllü olarak geçen dağlılar, Don Kazakları ordusundan sayılarak kordon boyuna yerleştirildiler. 1845'ten itibaren Rus tarafına katılan dağlıların sayısına ilişkin düzenli rapor ve istihbarat kayıtları tutulmaya başlandı. Buna göre, 1840'dan 1849'a dek Rusların tarafına yalnızca 120 kişi geçmişti. Mayıs 1855'e dek kayıtlara geçen insan sayısı 33 bin 200 idi (17 bin 187 erkek, 15 bin 900 kadın ve 113 çocuk).

Rus İmparatorluğu tarihinde, daha önce de, yerleşik halkın sürülerek yeni elde edilen toprakların "Ruslaştırıldığı" ve bu bölgelerin kendisine bağlandığı olmuştur. Ama bu sadece Müslüman halklara yönelik bir uygulamaydı. Rusya'daki Müslümanların yığınsal olarak Osmanlı İmparatorluğu'na ilk göçleri, 1837 yılında, 29 ailelik bir Kırımlı Tatar grubunun Kırım'dan Türkiye'ye göçme izni aldığı zaman başlamıştır.1856'da yer değiştirenlerin sayısı 200 bin kişiye ulaştı. Tatar muhacirlerin taşınması için, sultanın talimatıyla, Gezlev, Kerç ve Balaklava limanlarına 12 gemi ve 13 yelkenli gönderilmişti.

Ayrıca, Osmanlı hükümeti Kırımlı Müslümanların naklini Türk donanmasına ait gemilerle de gerçekleştiriyordu. Bu nedenle, Osmanlı donanmasının üçte ikisi Tatar muhacirlerin taşınması için kullanıldı. 1860'ta Türk hükümeti Kırımlı 300 Tatarın daha uyruğuna geçmesine izin verdi. Sadece 1860'ın Nisan-Ağustos ayları arasında Kırım'dan göç eden Tatarların sayısı 100 bindi. Rus yazar A. Andreyev'in yazdığına göre, "Ellilerin sonu ile altmışlı yılların başlarında (XIX. yy.- A.A.) Tatar sürgünü çok büyük boyutlara ulaştı: Tatarlar yığınlar halinde çelik çubuklarını bırakıp adeta Türklere koşuyorlardı. 1863 yılına doğru, sürgün bittiğinde, yarımadadan gidenlerin sayısı uzadıkça uzuyordu. Yerel bir istatistik komitesine göre, gidenler, her iki cinsiyetten 141 bin 667 kişiydi. Tatarların ilk göçünde yer alanların çoğu dağlıydı, ama bu kez sürülenlerin neredeyse tamamı düzlük yerlerdendi".Türk tarihçisi Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkasya'dan Osmanlı İmparatorluğu'na yığınsal sürgünlere ilişkin araştırmasında, "Kırım savaşından 1860 yılına dek göç edenlerin sayısının en azından 141 bin 667 kişi olduğunu" belirtmektedir. "1862 yılına gelindiğinde muhacirlerin sayısı 369 bin 28'e ulaşmıştır. Bu sayıya sadece Kırım'dan gelenler dahildir."Türk tarihçi Kemal Karpat'ın verilerine göre, 1783–84 yıllarında Kırım'dan Osmanlı İmparatorluğu'na 80 bin civarında Tatar göç etmiş ve bunlar Besarabya, Dobruca ve Anadolu'da iskân edilmişlerdi.

1861–64 yıllarında Kırım'dan 227 bin 627 kişi daha göç etti (126 bin 2 erkek ve 101 bin 605 kadın).Kemal Karpat, 1783 ile 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmiş olan Kırım Tatarlarının toplam l milyon 800 bin kişi olduğu sonucuna ulaşmaktadır.

Kırım İstatistik Komisyonu'nun resmî verilerinde, sadece yasal yollarla göç etmiş olan Tatarların, yani pasaport almış olanların sayısı görünüyordu. Bunlardan bazıları daha sonra geri dönmek istemişti. Bunun üzerine, 7 Mayıs 1860 tarihinde, Dışişlerinden İstanbul'daki Rus Sefaretine geri dönmek isteyen Kırım Tatarlarına vize verilmesi talimatı gönderildi.

Kırım Tatarlarının ardından, Nogay ve Kuban steplerinden Nogaylar da, Gunib köyünün Ruslara geçmesi ve Şamil'in tutsak edilmesine sert tepki göstererek, Osmanlı İmparatorluğu'na göç ettiler. Nogaylar'ın toplu olarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarına resmî göçü, 1860 yılında, hacca giderek Kâbe’yi tavaf etmek bahanesiyle yapılmıştır. Nogaylardan Galauz-Sablinlerin, Beştovokumların ve Galauz-Cem boylukların tamamı Türkiye'ye göç etmişlerdir. Çoğu Rusya'ya birkaç kez geri dönüp tekrar göç ettiklerinden, Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden Nogayların sayısını tam olarak tespit etmek zordur. Türk araştırmacı Kemal Karpat'ın verilerine göre, bunların sayısı 46 bin ile 50 bin arasındadır. Rus yazarı Tomilov'un verilerine göre ise, Kırım Savaşı'nın ardından 20 bin Nogay ailesi Rusya'yı terketmiş ve bunlar Adana ovasına yerleştirilmişlerdir. 1904 yılında Türkiye'de sadece 2 bin Nogay ailesi kalmıştır.

Çerkeslerin yığınsal göçlerinde, Kırımlı Tatarlar ve Nogayların Osmanlı İmparatorluğu'na gelmelerinin belirgin bir rolü olmuştur. Herşey bir yana, Kırımlı Tatarlar ve Nogaylar, Kuzey Kafkas Müslüman boylara öncü ve örnek olmuşlardır. Bazı Türk uyruklu Tatar ve Nogaylar, önce kendi kendilerine, sonraları ise Osmanlı hükümetinin teşvikiyle, kendi örneklerini izleyerek hak dininin halifesinin ülkesine göç etmeleri için, Kuzey Kafkas boyları arasında hararetli bir ajitasyon başlattılar. Bu propaganda amacına ulaştı ve dağlıların çoğu İslâm halifesinin ülkesinde mutlu bir yaşam rivayetine kandı. Meselâ, 1864 göçü sırasında pek çok mahrumiyete katlanan Çerkeslerin çoğu, kendilerini, "İslâm halifesinin ülkesinde hepimizi bir tas pirinç bekliyor" düşüncesiyle teselli ediyorlardı.

Çar hükümeti, Kırım Savaşı'nın ardından dağlıların sürülmelerine yönelik projeleri müzakere etmeye koyuldu. Bu projeler özellikle Doğu Kafkasya'nın tam anlamıyla teslim alındığı 1859–60 yıllarında gündeme geldi. Batı Kafkasya Ordugâh Kurmay Başkanı 20 Eylül 1860 tarihinde şöyle diyordu: "Dağ kavimlerinin deniz kıyısına sıkıştırılmaları, onları (aralarında hiçbir bağ olmasa da) bizim sunacağımız şartlara boyun eğmeye zorlayacak ve yaklaşan kış harekâtı sırasında birliklerimizi dağların tepelerine yığmamız Kafkasya'nın sağ cenahının yatıştırılması için çok yardımcı olacaktır."Başlangıçta dağlıların göçertilmelerine ilişkin tartışılan birkaç proje vardı. Bunlar dağlıların yalnızca Türkiye'ye değil, düzlüklere ve Rusya'nın iç bölgelerine de yollanmalarını öngörüyordu. Batı Kafkasya'nın fethine ilişkin tartışılan projelerde öne çıkan ortak özellik, hepsinin yerleşik halktan kurtulma gereği ve Rus ya da Hıristiyan öğe ile değişiminin kaçınılmazlığını temel almasıydı. Dağlıların sürgün edilmesinden başka alternatif öngörülmüyordu. Çar hükümeti ve Kafkasya yöneticileri bundan kaçınıyorlardı. General L. Fadeyev, Rusya İmparatorluğu'nun o zamanki yöneticilerinin düşüncesini, Kafkasya'dan Mektupları’nda şöyle ifade etmişti: "Doğu ve Batı Kafkasya arasında köklü bir fark vardı: Çerkesler, denize açık konumlarından dolayı, asla, hem ana yurtlarında kalmayı sürdürüp hem de Rusya'nın arkasında sağlam bir dayanak oluşturamazlardı. Karadeniz'de patlayacak ilk silahın onları yeniden ayaklandıracağını bile bile, bir dönemcik olsun barış için, Kuban ötesi halkını Rus yönetimine boyun eğdirmek için, sürekli, kanlı, olağanüstü pahalıya mal olacak bir savaşın sürdürülmesi gerekirdi. Halkı yeniden eğitmek asırlar sürecek bir işti. Oysa zaman, Kafkasya'nın dize getirilmesinde asıl önemli öğenin ta kendisiydi. Karadeniz'in batı kıyısını Rus toprağına dönüştürmemiz gerekiyordu. Bunun için de bütün sahili dağlılardan arındırmalıydık."

Böylelikle, Rus siyasî çevrelerinde, Kuzey Kafkasya'nın fethinin baş şartının, o bölgenin yerli halktan arındırılması olduğu kanaati oluştu. Bununla birlikte, generallerden bazıları, özellikle Kafkasya savaşına katılmış olanlar, böylesi bir önlemin dağlıların şiddetli tepkisine davet olduğu ve savaşı kanlı, uzlaşmasız bir mezbahaya çevireceği uyarısında bulundular. 1857'de Tuğgeneral Milyutin, Savunma Bakanına ilettiği "Rus Kazaklarının Kafkasya'da iskânı ve bazı yerli boyların yerlerinin değiştirilmesinde izlenecek yollar" hakkındaki notta, düşman kabilelerin topraklarının Kazaklara devredilmesini, buradaki yerli halkın da, Don birliklerinin topraklarına gönderilmesini ve oralarda dağlılar için "koloni benzeri özel yerleşim yerleri" kurulmasını tavsiye etmekteydi. Bu not, Milyutin'in teklif ettiği bu tedbirin dikkate alınması için, Kafkas ordusu birliklerine kumanda eden Çar Yaveri General Koçebu, Çar Yaveri General Homutov ve Tümgeneral Wolf'a yollanmıştı.

Tümgeneral Wolf'un verdiği cevapta, "Tuğgeneral Milyutin'in pusulasının, Kafkasya'yı tanımış olan bir insanı şaşırtmamasının imkansız olduğu; teklif edilen önlemlerin katı ve zorbaca olmasının yanısıra pratikte uygulanmasının kolay olmadığı", belirtiliyordu. "Dağlıyı bilen, onun, yurduna, dağlı değerlerine ve yaşam tarzına derin bağlılığını ve düzlüğe taşınacağına ölümü tercih edeceğini de bilirdi. Bir tekinin bile bu şartlara boyun eğmeyeceğini kesin olarak söylemek mümkündür. Gerçekte istenen (bu fikrin altında yatan ve bu arada açıklanmayan niyet) dağlıların tâbi olmaları değil, telef olmalarıdır."

Çar Yaveri General Koçebu da, cevabında, "Milyutin tarafından önerilen tedbir, yani bütünüyle bir boyun Don bölgesine nakledilmesi, Kafkasya'yı kazandırmakla noktalanacak yerde, Kafkasya çöle döndürülmedikçe sona ermeyecek ve her zamankinden daha şiddetli bir savaşa yol açacaktır. Dağlıların, üstelik sadece cemaatlerin değil, sahipsiz tek tek ailelerin bile bu şartlar karşısında boyun eğmeleri beklenemez... Kafkas boylarının Rusya'ya gönderilmesi teklifine kesin olarak itiraz ederek, Kafkasya'nın yatıştırılması görüntüsü altında bu önlemi tehlikeli bile bulmaktayım" diyordu.

Ancak bazı generallerin isteksizliği ve olumsuz yaklaşımları, hükümetin Kafkasya'nın batısındaki boyları anayurtlarından etme kararını değiştiremedi. Nitekim Kuban bölgesi ordu komutanı ve Kazak birliklerinin başı olarak atanan Graf Evdokimov, Kasım 1860'ta, bu yörede bir inceleme gezisi gerçekleştirerek Kafkas ordusu başkomutanına, bölgenin istilası yöntemine ilişkin kendi görüşlerini özetleyen bir rapor sundu. Evdokimov'a göre kesin çözüm, "Byelaya ve Laba nehirleri arasındaki alanın tamamı ile Karadeniz'in batı kıyısına Kazak köylerinin iskân edilmesi, dağlılara da düzlüğe inmelerinin ya da çekip Türkiye'ye gitmelerinin teklif edilmesi" idi. Evdokimov’un önerileri, Kafkas Ordusu Başkumandanı Baryatinski'nin taktirini kazandı. Doğu Kafkasya'da Lezgilere ve Çeçenlere boyun eğdirten bu general, Batı Kafkasya'da böylesi bir uygulamanın kaçınılmaz olduğunu varsayarak, "Batı Kafkasya'da savaşın nihai hedefi olarak, Çerkeslerin dağlardaki sığınaklarından kayıtsız şartsız kovalanmasını" istiyordu.1860 yılında; Rusya İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığının Kafkasya Müslümanlarının Türkiye'ye göçertilmesi konusunda. Savunma bakanına gönderdiği yazılardan birinde, "Prens Baryatinski'nin, devletin yararını gözeterek, Kafkas sıradağlarının kuzey yamacındaki Müslüman boyların Türkiye'ye göç etmeleri için kesin ve açık olarak emir vermiş olduğunu ve bu arada dağlıların, Rusya'ya karşı dinî bir tahammülsüzlük ve düşmanca bir yaklaşımla doldukları Türkiye'den geri dönüşlerini de tehlikeli bulduğunu eklediğini" belirtti.

Temelde tartışılan sorun şuydu: Yerlerinden sürülenlere, Kuban, Don ya da Rusya'nın iç vilayetlerinde toprak mı verilmeliydi yoksa Türkiye'ye göç etme hakkı mı tanınmalıydı? Bu nedenle daha 1857'de İmparator II. Aleksandr döneminde Kafkasya Komitesi kurulmuştu. Bu komite bünyesinde kurulan bir alt birim (bazen ayrı bir komisyon olarak da tanımlanıyordu) Kuban ötesi bölgenin kolonizasyonuyla ilgiliydi. Kafkas Komitesi'nin çözümlemesi gereken sorunlardan biri de, Rusya İmparatorluğunun, sürülen dağlıların yeniden iskân edilmesine ayrılabilecek yeterli toprağı olup olmadığının araştırılmasıydı. Kafkas Komitesi bu konudaki düşüncelerini Bakanlar Kurulu'na sundu. Dağlıların göç ettirileceği yeter miktarda boş toprak sorununa Rusya İmparatorluğu Bakanlar Kurulu'nda 25 Temmuz 1861'de özel bir oturum ayrılmıştı. Sonuçta Bakanlar Kurulu'nun konuyu görüşmesinin ardından, "Sadece Ural ve Orenburg Kazak birliklerinin, büyük dağlı cemaatlerini, Rus yerleşimlerinin arasına yerleştirmeye yeterli olacak büyüklükte topraklarının olduğu", ortaya çıktı. Bakanlar Kurulu kararının II. Aleksandr tarafından onaylanmış olduğuna bakılmaksızın, koca dağ boylarının göçertilmesine ilişkin büyük mali giderler ve Sibirya'da bir Kafkasya yaratmak gibi bu kadar geniş çaplı bir planın gerçekleşmesinin büyük zorlukları göz önüne alınarak, her halükârda Baryatinski, Evdokimov vb.nin planları üzerinde durulması kararı alındı: Dağlılara Kuban'a taşınmak ya da Türkiye'ye göç etmeyi teklif etmek. Evdokimov bu konuda, "insanlığı önce kendi adamlarımıza; en son Rus'un menfaati tatmin olduktan sonra, geriye, dağlıların önüne kısmetlerine ne kalırsa koyma hakkını kendimde görüyorum" diyordu.

Batı Kafkasya'nın fethine ilişkin sunulan plana nihai onayı vermek ve durumu şahsen yerinde görmek için İmparator II. Aleksandr 1861 yılı Eylül ayında Kuzey Kafkasya'ya geldi. Daimi yerleşim yeri olan Memruk Ora'da, çarın huzuruna, Şapsuglar, Abazalar, Ubıhlar ve başka bazı Batı Kafkas boylarından bir delegasyon çıktı. Heyet, Rus yönetimine sadık kalacaklarına yeminle söz vererek, çardan onları doğdukları yerlerden sürgün etmemelerini istedi. Çarın verdiği cevap ise şuydu: "Size bir aylık bir süre tanıyorum. Abazalar, ebediyen hükümran olacakları, kendilerine millî düzenlerini ve mahkemelerini kuracakları toprakların verileceği Kuban'a göçmek isteyip istemediklerine karar versinler. Yoksa Türkiye'ye gitsinler."

Batı Kafkasya'nın fethi operasyonunun bitirilmesine hazırlık amacıyla ve Türkiye'ye gitmeleri için son formaliteleri tamamlamak üzere dağlıların Karadeniz kıyılarına gönderilmeleri örgütlenirken üç kol oluşturulmuştu: Adagumlar, Şapsuglar, Abazalar. Bu adlardan, hangi boyları kapsadıkları belli.

Dağlıların toplu olarak sürgün edilmeleri düşüncesini mümkün kılan nedenler ve şartlar üzerinde kısaca durulmasının tam yeridir.

Dağlıların toplu olarak gözden çıkarılmasının asıl nedeni, Rusya'nın rahat durmayan, savaşkan, cesur ve çenesine kadar silahlı dağ sakinlerinden kurtulma isteğidir. Bölge, insanlar boyun eğmek istemediği için, sürekli bir İstikrarsızlık ve dalgalanma odağı olarak ortaya çıkıyor, çar hükümetini Kuzey Kafkasya'da oldukça büyük bir ordu tutmak zorunda bırakıyordu. Bu da büyük masraflara yol açıyordu. Ayrıca, Rusya'nın hedefi, Osmanlı İmparatorcuğu’nun Kuzey Kafkas Müslüman halklarını akın akın iskân ederek topraklarındaki İslâm nüfusunu çoğaltmaya yönelik politikasına denk düşüyordu.

Kırım Savaşı, imparatorluk savunmasının en zayıf bölgelerinden birinin Karadeniz kıyıları olduğunu göstermişti. Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Kafkasya'daki etkisi ve dağlılarla bağları göz önüne aldığında, yeni bir Türk-Rus savaşı çıktığı takdirde Türk çıkarma birliklerinin Karadeniz'in batı kıyısını işgal edeceklerini ve 1877–78 Türk-Rus Savaşı'nda Abhazya'da sık sık görüldüğü gibi Kuzey Kafkasya'da bir kez daha genel bir isyanı tahrik edeceğini hesaba katmadan edemezdi. Kuzey Kafkasya tepeleri, zor ulaşılan dağ köylerinin varlığı, dağlılara karşı koyma imkânı veriyordu. Bundan dolayı, Kafkas savaşı bittikten sonra bile, Kuzey Kafkas Müslüman halklarının Rus yönetimine karşı için için direniş politikalarını sürdürdüklerini ispatlayan bir başka olgu da, Çeçenistan ve Dağıstan'da, yiğitlik ve kahramanlık kisvesi altında Ruslar’a karşı savaş eğitimi veren tarikatların öğretilerinin müthiş yaygın olmasıdır. Bu şartlarda, Çar hükümeti egemenliğini sağlamlaştırmak için en sert önleme başvurmak zorunda kaldı: Kazak köylülerinin iskân edilmesi yoluyla Kuzey Kafkasya'nın Ruslaştırılması. Rusya İmparatorluk yasalarına göre her Kazak için 30 desyalin (l desyatin=l,09 hektar) toprak gerekiyordu. Oysa Rus Kazak birliği 6 bin kişiden oluşuyordu ve Kuzey Kafkasya'daki toprakların azlığı, sorunun dağlıların topraklarına el koymaktan başka bir şekilde çözülmesine izin vermiyordu.

Batı Kafkasya'nın jeostratejik konumunu ve denize çıkışının oluşunu dikkate alan Rus yönetimi, çabasını öncelikle Kafkasya'nın bu kısmında sağlam bir iktidar kurmaya yöneltmişti. Bu nedenle de dağlıların sürgün edilmesi ve Kafkasya'nın Ruslaştırılması politikası yoğun bir biçimde başlatıldı ve asıl olarak Batı Kafkasya'da sürdürüldü. Rus yönetimi 1865–66 yıllarında ise, (başta Çeçenya olmak üzere) Doğu Kafkasya'yı ele geçirdi.

Çar hükümeti Kuzey Kafkasya'nın batı bölümündeki dağlıların toplu olarak sürülmesine karar verdiğinde, kendini bir tercih yapma mecburiyetinde buldu: Bu boyları Kuban'a sürmek ya da onlara Türkiye'ye gitme hakkı tanımak. İkinci seçenek, göç edenlerin yerleştirilmesi için ek harcama yapılmasını ve onlara yetecek toprak, evlerin inşası için para ayrılmasını gerektirmeyeceği için, tercih nedeniydi. Bütün bu giderler Türk hükümetinin omuzlarına yükleniyordu. Etrafları Rus yerleşimleri ile çevrilse ve düzlüklere ayrı boylar halinde yerleştirilseler bile, dağlıların kendi aralarında yeni yeni kargaşaların ortaya çıkmayacağına dair Çar hükümetinin elinde hiçbir garanti yoktu. Tüm bu şartlar, Çar hükümetinin ikinci seçeneği tercih etmesinde belirleyici oldu.

Öte yandan, karşı tarafın, Kuzey Kafkas boyları ve halklarına sığınak sunacak hükümetin rızası olmadan dağlıların Türkiye'ye göçünün organize edilmesi imkansızdı. Bu göçün örgütlenmesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun rolü Rusya'nınkinden az olmadığı gibi muhtemelen daha da fazladır. Bazı tarihçiler göç sırasında Rusya'nın rolüne değinirken, aslında göçe ilham verenin, amacı olabildiğince çok Çerkes'i kendine çekmek olan Türkiye olduğunu belirtirler. Osmanlı İmparatorluğu, asrı aşan bir süre boyunca alttan alta, dağlıları Rusya'ya karşı savaşa kışkırttı; para ve silah yardımında bulundu. Çerkes boyları, İstanbul ve Trabzon'da daimi temsilci bulunduruyorlardı. Dağlıların Osmanlı imparatorluğuyla ticari, dinî, siyasî ve askerî bağları, onların Türkler’in yardımına bağladıkları umudu arttırmıştı ve Çerkesler halifenin şahsında tüm Müslümanların hamisini görüyorlardı. Yaklaşık yarım yüzyıl süren bir savaş boyunca hezimete katlandıkları için, kalan tek umutları, Türkiye idi. Rus yazan N. Dubrovin, "Çerkesler Türkiye'nin, nüfusu ve sathı ile dünyanın en kudretli süper gücü olduğuna açık yürekle inanmışlardı" diye yazıyor ve şöyle devam ediyor: "Onlar sultanın tüm Avrupa devletlerine hükmettiğine ve son savaşı başlatıp Müslüman tebaayı rahatsız etmemek için Fransızlar’a ve İngilizler’e Rusları kovmalarını emretmiş olduğuna, inanırlardı."Türk tarihçi Abdullah Saydam, "Artık silahla karşı koyacak halleri kalmadığından, yakınlarının, tanıdıklarının yaşadığı ve hükümdarına da 'halife' olarak saygı gösterdikleri Osmanlı İmparatorluğu'na göç, bu halklar için tek kurtuluş çaresi sayılıyordu" diye yazmıştı. Paris’te yayımlanan Mousoul-man'me (Müslüman) adlı gazetenin başyazarı Mehmet Eceruh, bu duruma ilişkin gözlemini "Kafkas Dağlılarının Türkiye'deki Rolü" adlı makalesinde, "Osmanlı'nın temsilcisi olup, pratikte kıyı köylerinin amiri de sayılan Anapa Paşasının şahsında Türkiye ile ticari ve idarî anlamda sürekli ilişki içinde olan Çerkesler; Türkiye'yi, tehlike anında kendilerine destek çıkacak öz devletleri olarak görmeye alışmışlardı" diye yansıtmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuzey Kafkasyalıların kendi topraklarına akınından çıkarı, Çerkesleri kullanarak çözeceği aşağıdaki stratejik amaçlarla açıklanabilir:
1) Hıristiyan halkın yaşadığı yerlerde Müslüman varlığının arttırılması;
2) Çerkeslerin, egemenlik altındaki halkların millî kurtuluş hareketlerinin bastırılmasında askerî güç olarak kullanılmaları;
3) Türk ordusunun savaş yeteneğini arttırmak ve özellikle de, Rus Kazak birliklerine karşı koyabilecek sipahi birliklerinin yaratılması için Çerkeslerden yararlanmak.

Böylece, dağlıların Kafkas Savaşı sonrasında kitlesel sürgününde temel etken, Rusya ve Türkiye'nin izledikleri siyasetler ile bu konuda çıkarlarının çakışması olmuştur. Avrupalı güçlerin, dağlıların sürgün sorunu karşısında aldığı tavrın başlarda Türkiye'ninkiyle aynı olduğunu belirtmek ilginç olacaktır. İngiltere ve Fransa, Kafkasya'dan yerlilerin göçünü teşvik ediyorlardı. Bununla Rusya'yı zayıflatıp Türkiye'yi güçlendirmeyi amaçlıyorlardı. Ancak dağlıların göçü genel bir hal alıp ardından oraya Rus toplulukları yerleştirilince, yani Rusya'nın bu bölgeyi daha güçlü olarak kendi arkasına alabileceği tehdidi doğunca, Kırım koalisyonunun üyesi de olan Avrupalı güçlerin yaklaşımı değişti ve dağlıların Türkiye'ye gönderilmesi konusunda binbir engel çıkarmaya başladılar. 1864 Mayıs'ında Lord Stradford Redcliff İngiliz Parlamentosu'nda dağlıların göç ettirilmesi sorununu gündeme getirdi. Redcliff, İngiliz hükümetinden, "sürgün edilenlerin acılarını yatıştırmak amacıyla gerekli önlemleri alması" için Rusları uyarmasını talep etti. Buna rağmen, ne İngiliz, ne de Fransız hükümetleri bu konuda hiçbir etkin girişimde bulunmadı.

Dağlıların göçüne ilişkin Rusya ve Türkiye'nin izlediği resmî politikaların dışında, göçün çapının bu denli geniş olmasına yol açan başka etkenler de vardır. Bunlar:

1) Türk görevlilerinin dinî propaganda ve ajitasyonu;
2) Mekke'ye hacca gitme görüntüsü altında Türkiye'ye taşınma;
3) Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu ile şahsî ilişkileri (harem politikası ve akrabalık bağları);
4) Çerkeslerin sosyal yapısı;
5) Dağlılara, Türkiye'ye özel serbest geçiş hakkı tanınması;
6) Savaştan sonra çarlık memurlarının ve Kazakların Çerkeslere kötü muamelesi.

Bunlardan bazıları üzerinde durmak gerekir:
Din ortaklığı Türk sultanının bu konudaki eğilimini güçlendirdi: o aynı zamanda, İslâm dinine mensup Kafkas boylarının da halifesiydi. Öte yandan, "dağlıların padişahı, Müslümanların başı olarak kabul etmeleri, onun siyasî erkine boyun eğmeleri için yeterliydi".Bu durum (din ortaklığı ve halifelik), görevlileri yoluyla dağlıları "Müslüman kardeşliğine" çağırarak ve "sürgün halinde her türlü ihsan vaat eden" Türk hükümetlerinin işine yarıyordu. Türk hükümeti, göç sırasında bile hiç ara vermeksizin, dağlılar arasında mollalar ve ajanları aracılığıyla aşağıdaki iddialarla, ajitasyonu sürdürüyordu:
1) Kâfirlerin ülkesinde, onların egemenliği altında yaşamak imkânsız. Bu durumda ya savaşıp ölmek ya da Müslüman ülkelere göç etmek gerekir.
2) Göç etmek, alnımızın yazgısı. Allah'ın emri ile asla çelişmez; Muhammed, Mekke'den Medine'ye göç ederek, İslâm'da hicreti daha baştan kendi başlatmıştır;
3) Müslüman ülkelere hicret edin. Sonra geri gelip ana vatanınızı kurtaracaksınız;
4) Gâvur ülkesinde ölmek ve İslâmi ritüeller olmadan cenaze kaldırılması Müslümanlığa aykırıdır. Bu durumda, ölenlerin ruhu şad olmaz.

Kuzey Kafkas halklarının Türkiye'ye göçünde dinî propagandanın etkin bir rolü olmuştur. Rus tarih biliminin bazı temsilcileri, özellikle de Türk tarihçileri, Çerkeslerin kitlesel olarak Osmanlı İmparatorluğu'na göçmelerinde din faktörünün rolünü biraz fazla büyütmektedirler. Oysa Ahmet Çalikov'un isabetli tespitine göre, "dinî fanatizm ona yüklemeye çalıştıkları rolü oynasaydı, o takdirde, dağlıların göçü öncelikle dinciliğin daha derin kökler saldığı Dağıstan'da olurdu. Orada şeriat azatlığı yenmişti, oysa Çerkeslerde şeriat asla azatlığı kıramamıştı".

Göçü hazırlayan şartlara, Türk görevlilerinin, sadece dinî değil, daha iyi bir kader umudu aşılayan ve göçe açık çağrı olan sosyal amaçlı dinî propagandası da eklenebilir. Sürgün sırasında, l Haziran 1863 tarihinde, Türk görevli Muhammed Hasaret, Çerkeslere bir haber getirdi: "Ailelerinizi ve gerekli eşyalarınızı alın, çünkü hükümetimiz sizlere ev inşa etmeye uğraşıyor, tüm halkımız da bu işe katılıyor. Uzayan işleriniz sizleri bahara kadar buralarda tutsa da, bitirir bitirmez sizden öncekiler gibi hevesle taşınmak için acele edin."Yine o 1863 yılında Türk hükümeti Kafkasya'dan göç edecekler için bağış kampanyası ilân etti.

Dağlıların göçünün bir başka biçimi doğrudan dinî faktörle ilişkilidir: Mekke'ye giderek hac görevini yerine getirme görüntüsü altında Osmanlı İmparatorluğu'na göç. Başlarda bu gerekçeyle kitleler halinde ilk göçenler Nogaylar olmuştur. Sonraları Kafkas yönetimine Çerkeslerden de bu doğrultuda pek çok istek gelmeye başladı. Hacılar, altı aylık yurtdışı pasaportlarını elde eder etmez, Türkiye'ye yollanıyorlardı. Burada pasaportları zaman aşımına uğrayınca yetkililere teslim ediyor ve yerine "hamidiye"lerini alıyorlardı. Göç edecek olanlar haccı ileri sürerek yurt dışına çıkmaya daha yatkındılar: Altı ay süreyle Rus yurttaşı sayıldıkları için isterlerse vatanlarına dönebileceklerdi. Hâlbuki Türk yetkililer, genellikle daha geçerlilik süresi dolmadan bu pasaportları ellerinden alıyor, onları "muhacir" ilân ediyorlardı. Türk hükümeti, Kuzey Kafkasyalılar’ın yasal olmayan yollardan göçü konusunu açtığında, Çar II. Aleksandr'ın direktifine uyan İstanbul'daki Rus elçisi, Türk yönetimine resmen şu bilgiyi verdi: "Müslümanlarımız, kendilerine nakilhane yapmak üzere değil Kâbe’yi tavaf etmek için verilen izinle Türkiye'ye gelmekteler. Biz, dinî inancın gereği olan bu isteğin yerine getirilmesine karşı koymayı istemediğimiz gibi karşı çıkamayız da."Bunun yanı sıra Rus hükümeti, büyük bölümünün geri dönmediğini göz önüne alarak, hacıların hacca gitmeden önce tüm vergilerini ve borçlarını ödemesi gerektiğine dair bir kararname çıkardı. Tersi durumda her hacı, süresi içinde dönmediği takdirde, ardından borç ve mükellefiyetlerinin ödeneceğine dair cemaatinin kefaletini bırakmalıydı.

Göçe yol açan faktörlerden biri de, dağlıların Osmanlı İmparatorluğu ile asırlardır var olan ilişkisiydi. Birçok Çerkes, eskiden beri, daha XIX. yüzyıl öncesinde bile, Osmanlı İmparatorluğu'nda yüksek görevler edinmişti. 1584–85 yıllarında sadrazam mevkiinde bulunan kişi, ordusu iki kez (1578 ve 1585 yıllarında) Kafkas ötesine saldırıda bulunmuş ve hatta Tebriz'i ele geçirmiş olan Özdemiroğlu Çerkes Osman Paşa'ydı. Daha sonraları ise, Batı Karadeniz kıyılarında birkaç askerî harekâtını başını çeken Çeçenzade Hacı Hasan Paşa, Trabzon valisi olarak; atandı. XIX. yüzyılın ilk yarısında ordu ve devlet çarkındaki; pek çok yüksek görevi Çerkesler doldurmuştu. Hatta II. Mahmut'un ölümünden sonra, kısa bir süreyle ülke yönetimi Çerkes ordu komutanlarının eline geçti. Abdülmecit döneminin ünlü mareşallerinden ikisi, Çerkes Hafız Mehmet Paşa (ölümü 1866) ve Çerkes İsmail Paşa (Ölümü 1861) Kafkas kökenliydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun XIX. yüzyılda ünlü siyasî kişiliği Hüsrev Mehmet Paşa, Abaza kökenli olup, esir olarak satın alınmış, Sultan III. Selim’in saltanatı sırasında (1789–1807) Osmanlı Donanması Başkomutanı düzeyine yükselmiş, II. Mahmut döneminde Osmanlı Ordusu Başkomutanlığına getirilmiş, Abdülmecit döneminde ise 1855’te ölümüne dek sadrazamlık yapmıştı.

Çerkeslerin Osmanlı sarayında sözlerinin o kadar geçmesinde etkili bir başka özel neden de, "harem politikası" olarak adlandırılan siyasetti. Kuzey Kafkasya, Mısır'da Memlukluların yönetiminde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda da, köle-halayık sağlayan başlıca ticarî kaynak olmayı sürdürmüştür. İkisi arasındaki fark, Memluklulara koruma görevi için genç erkekler sunulurken, sultan ve paşa haremleri için Osmanlı İmparatorluğu'na kız çocukları ve genç kızların ihraç edilmesiydi. A. Dubrovin, "Haremler, satın alınmaları temelde Anapa ve Suhumi kalelerindeki Türkler yoluyla daha da hareketlenen Çerkes kızları ile dolup taşıyordu. Türkiye'ye kadın nakli öyle büyük sayılara ulaşıyordu ki, bazıları Türk neslinin ıslahını Çerkes kadınların varlığına bağlar" diye yazmaktadır. Kuzey Kafkas kadınları yoluyla "Türk ırkının iyileştirilmesi" fikri Mehmet Eceruh'ta da yansımasını bulur: "Dağlılar ve Çerkesler Osmanlı tipini asilleştirerek, canlı bir damarı devlet yönetimine de sokmuşlardı." Çerkes kadınları, İttihat ve Terakki iktidarının haremlerin dağıtılmasına ilişkin emrine (1909) kadar, Osmanlı haremlerindeki üstün konumlarını korumuşlardır. Kafkas yönetiminin resmî verilerine göre, her yıl Çerkezistan'dan Türkiye'ye 4 bin kadın ve erkek köle gönderiliyordu.

Haremlerde Çerkes kızlarının çoğalması, III. Mustafa'dan (1757–1773) itibaren Osmanlı sultanlarının neredeyse tamamının Çerkes kadınlarıyla evlenmelerine yol açmıştı. III. Selim'in (1789–1807) annesi, II.Mahmut'un (1808–1839) karısı ve aynı zamanda Sultan Abdülmecit'in (1839–1861) annesi, Abdülaziz'in (1861–1876) annesi ve V. Murat'ın (1876) annesi olan Abdülmecit'in karısı ve II. Abdülhamit’in (1876–1909) karısı hep Çerkes'ti.

Osmanlı sultanlarının kendilerini Çerkeslerle çevrelemeleri, bazı tarihçilere göre, iktidarın belli bir istikrara kavuşmasına yol açmıştır. Çerkeslerin kana kan geleneğinin Osmanlı sarayında da benimsendiği dikkate alındığında durum daha iyi anlaşılır. XIX. yüzyılda sultanın zorla tahttan indirilme olayı sadece bir kez olmuştur (1876'da Abdülaziz). Buna karşın, komploya karışanların hepsi, Mithat Paşa'nın evinde toplantı yaptıkları bir sırada devrik sultanın akrabası olan Çerkes Hasan tarafından öldürüldüler. Çerkeslerde kan bağlarının güçlü olması, Türkiye'de saygın bir mevki sahibi olmayı başaran bir Çerkes'in akrabalarını etrafına toplayıp, onlara olabildiğince iyi bir yaşam düzeyi sağlamaya gayret etmesini gerektiriyordu. Yeni gelen akrabalar da, yaşam şartları düzelip sıra kendilerine geldiğinde, geride kalan akrabalarını yanlarına çekiyorlardı. Karadeniz kordon boyunda görevli bir komutanın kölelerin Türkiye'ye nakli konusundaki 6 Kasım 1843 tarihli raporunda belirttiği üzere: "Başlangıcı tarihin derinliklerine uzanan bu utanç verici ticaret, dağlılara, Türkiye'de sadece sıradan kişilerle değil Babıâli'nin ileri gelenleriyle de bağlantı kurma imkanı sağlamıştır. Dağlılar tarafından küçük bir bedel karşılığında satılan erkek çocuklarının yüksek makamlara yükselmeleri ve Osmanlı İmparatorluğu'nda yüksek düzeyde devlet adamı olmaları az rastlanan bir durum değildi. Anapa civarlarından bir Natuhay olan Hafız Paşa ve Gelencik berisinden bir Şapsug olan Halil Paşa buna örnektir."Kafkas Genel Valiliği tarafından Çerkezistan'da 1837'de hazırlanan bir raporda, "Türkiye'de önemli devlet görevlilerinin Çerkezistan'da eş durumundan akrabaları bulunduğu" önemle belirtiliyordu. Bu nedenle Kafkasya ile kaçak ticaret, Babıâli'nin koyduğu yasak fermanlarına rağmen, üst düzey yerel yöneticiler tarafından gizlenip, üzeri örtülerek kolaylık görmekteydi.

Kuşkusuz, damarlarındaki Çerkes kanı, Osmanlı sultanlarının dağlıların Türkiye'ye nakli karşısındaki tutumlarının oluşmasında kendisinden beklenen rolü yerine getirmiş; Çerkeslerin Osmanlı sarayında önemli makamları ele geçirmelerinde, devlet çarkında ve orduda göçe yaklaşılmasında en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu sübjektif yaklaşım, Türk tarih yazımında, dağlıların Osmanlı İmparatorluğu'na göçlerinin bir nedeni olarak işlenmektedir. Ancak, Türkiye'deki Kuzey Kafkas diasporasının bazı yayınlarında, dağlıların Türklerle yoğun bağlarının olması ve Türklerin göçü teşvik etmeleri, "Osmanlı yönetiminin göçe daveti" olarak değerlendirilmektedir."

Çerkeslerin göçünün yığınsallığının nedenlerinden biri olan Kuzey Kafkas boylarının sosyal yapıları üzerinde özellikle durmak kaçınılmaz olmaktadır. Bütün öteki Kuzey Kafkas boylarında olduğu gibi, Çerkes halkının da köylüler ve köleler üzerinde yükselen kendi aristokratları (Doğu Kafkasya'da prensler, uzdenler-saraylı sınıfı) vardı. Bu yapıya ilk darbe, çar yönetiminin köleliğin lağvı emriyle vurulmuştur. Son darbe ise, Çerkes soylularına kölelerini azad etmeleri konusunda verilen talimat oldu. Ancak Çerkes cemaatine asıl darbe, Rusya'daki feodal hakların iptali ve Çerkes prenslerinin ve uzdenlerinin köylülere özgürlüklerini iade etmek zorunda kalmaları olmuştur. Bu dönemde birçok Çerkes derebeyi, rızalarıyla köylülerini azad etmekten kaçınmak için, tebaalarıyla birlikte Türkiye'ye göç kararı almışlardır. Bir Çerkes prensinin, yetiştirilmesi için oğlunu yolladığı köylük yöre, geleneklere göre ona akrabalık bağlarıyla bağlı sayılırdı. Bundan dolayı prens ve uzden ile birlikte birkaç köyün bütünüyle göç ettiği görülmüştür. Kafkas savaşlarında yer almış olan General R. Fadeyev'in de kabul ettiği gibi: "Türkiye'ye göç eden dağlılara derebeyliklerinin mensuplarını da toplu olarak yanlarında götürmelerine izin vererek, aynı zamanda kendimizi, çalışkan, barışçıl ve asla tehlikeli olmayan insanlardan oluşan iş görebilir bir kitleden mahrum ediyorduk."Abaza Prensi Açba Türkiye'ye göç ettiğinde, onu bin "akraba" köylü izlemişti. 1864 yılında Kafkas iktidarında Abhazya'nın yöneticisi Mihail Şirvaşidze'nin, yanına 20 bin Abaza'yı alarak Osmanlı İmparatorluğu'na göçmeyi planladığına dair bir şüphe uyanmıştı.

Çerkes asillerinin buna benzer geçişleri, dağlıların gidişini çıkarına gören Kafkas iktidarının, Türkiye'ye kitlesel olarak geçiş girişiminde bulunmalarına engel çıkarmaması ile daha da kolaylaşıyordu. Hatta kruvazör tatbikatı sırasında, Türk kervansaraylarında mahsur kalan dağlıları götürecek olanlara geçiş izni verilmesi için Rus gemilerine talimat verilmişti."

Göçü elverişli kılan faktörlerden sonuncusu da, Kazak çavuşların ve yerli Rus polis yetkililerinin, özellikle Kafkas savaşı bittikten sonra işgal altındaki yerli halka yönelik davranışlarındaki zorbalıktır. Kazakların, basit suçlar yüzünden Çerkesleri öldürdüğü, ancak cezasız kalmış cinayet sayısının hiç de az olmadığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Çerkesler, kendilerini pek de dikkate almayan Rus makamlarına şikâyette bulunmaktan çekiniyorlardı. Savunmasız kalmışlık duygusu, Kafkas savaşı bittikten yıllar sonra bile, Kuzey Kafkasyalılar arasında Türkiye'ye göç etme isteğinin canlı kalmasına yol açmıştır. Halk içinde, savunmasız bir biçimde Rus komşularının zulmüne terkedilmiş oldukları kanaati kök salıyordu. Bu durumda tek kurtuluş Türkiye'ye göç olabilirdi. R. Fadeyev, "Çerkes nüfustan arta kalanları kovmak gerekseydi, hükümet, adalet duygusunu zedelemeden başka yöntemler de bulabilirdi" diye yazmıştı.

Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'na kitlesel göçlerinin temel nedenleri ve bunu kolaylaştıran faktörler bunlardı.

Dağlıların zorunlu sürgün kararı alındıktan sonra, çar hükümeti bu uygulamanın diplomatik altyapısını oluşturmaya yöneldi. Bu hazırlığa, 1858'de, ilk gönüllü göçmen gruplarının Anadolu'ya geçişiyle birlikte girişildi."1859 Haziran'ında, Osmanlı İmparatorluğu Dışişleri Bakanı, İstanbul’daki Rus Elçisi Prens Lobanov Rostovski'yle yaptığı görüşmede, "Son zamanlarda olağanüstü ivme kazanan ve Babıâli'de sıkıntı yaratan", Müslümanların Rusya'dan Türkiye'ye göç serbestîsinin sınırlandırılması konusunda ricada bulunmuştu. Görüşme sırasında bakan, Rus hükümetinin, göç ve Rus Müslümanlarının Türk uyruğuna geçişleri konusundaki niyetini anlamak istemiş ve muhacirlerin ara vermeksizin hızlanan sel gibi akışı karşısında endişelerini belirterek, "bundan böyle göçün bir düzen dahilinde yapılmasını, her iki hükümetin önceden karşılıklı anlaşması olmaksızın gerçekleşmemesini" talep etmişti. Bu görüşmeyi Osmanlı İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığı resmî notası izledi. Bu notayla Türk hükümeti, Rus tarafının, Kafkas Müslümanlarının göçü ve Türk uyruğuna kabul edilmeleri durumunda Rus vatandaşlık haklarını kaybedip etmeyecekleri konusunda görüşünü bildirmesini resmen istedi.

Çarlık hükümeti, bu notayı Türk tarafıyla Kuzey Kafkas Müslüman halklarının Türkiye'ye göçü hakkında anlaşma sağlayacak görüşmeler için uygun bir araç olarak değerlendirdi. Sorun İmparator II. Aleksandr ve Kafkas Ordusu Başkomutanlığının incelemesine sunuldu. Ardından 26 Ocak 1860'ta, Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndaki temsilcisine, Türk hükümetinin notasına verilen yazılı cevap geldi. Elçiye hitaben yazılan önyazıda ayrıntılarıyla şunlar belirtiliyordu:
"Haşmetmeapları, aşağıdaki maddelerin cevap olarak kabul edilmesini buyururlar:
1) Biz hiçbir zaman, bizim dışımızdaki devletlerin, hükümetimizin izni olmaksızın bizden ayrılanları tebaalarına alma haklarını tartışmadık ve hâlâ da bu iddiada değiliz.
2) Bizim Müslümanlarımız, oraya yerleşmek üzere değil de, Kâbe’yi ziyaret etmek için Türkiye'ye çıkış izni talebinde bulunuyorlar. Biz, dinî inancın bir gereği olan bu isteğin yerine getirilmesine karşı duramayız, durmayı da istemeyiz.
3) Devletimizin hükümetinin onayı olmaksızın gidip herhangi bir devlete yerleşmek olmaz. Burada bunun uluslar arası hukuk ilişkileri kapsamında açığa kavuşturulması gereksizdir.
4) Göç izni, alışılmış yurtdışı pasaportu ile değil, daima yazılı özel bir belgeyle verilmektedir.
Göç daima süresiz bir zaman için gerçekleşmektedir.
Bir kişiye izin verilmiş olmasının anlamı, o kişinin kendiliğinden Rus tebaasından çıkmış olduğudur.
Bu kurallar ayrıca tasdik gerektirmez.
... Hükümdar İmparator'un yukarıda işaret ettiklerine bir ekleme daha yapmak uygun düşer:
Arzu ederiz ki, bizden ayrılanlar sınırlarımıza yakın yerlere yerleştirilmesin.
Babıâli ile olan dostluk ilişkilerimize dayanarak söz konusu girişimi önlemeye çalışınız. Türk hükümeti böyle bir şeye karar verirse, bizim de haklar konusunda telâşlanmamız gerekmeyecektir.
Lobanov Rostovski, bu yazıyı aldıktan sonra Türk hükümeti ile Çerkeslerin göçü konusunda görüşmelere başladı. 1863 baharında da Feld Mareşal Baryatinski, Karadeniz kordon boyunun sol yamacından 3 bin dağlı aileyi Osmanlı İmparatorluğu'na göndermeyi öngördü.

Türk hükümeti ile Kuzey Kafkas Müslüman halklarının ve boylarının göçüne ilişkin görüşmeleri hızlandırmakla özel olarak görevlendirilen Tuğgeneral M.T. Loris-Melikov İstanbul'a gönderildi. Ad. Berje'nin de tanıklık ettiği gibi, "Ona verilen görev, Babıâli göçmenleri kabul etmediği takdirde önümüze çıkabilecek zorlukların neler olabileceği konusunda Çar’ın temsilcisi Prens Lobanov Rostovski'yi aydınlatmaktı. Tuğgeneral M.T. Loris-Melikov bu görevi mükemmel bir biçimde yerine getirdi ve Prens Lobanov Rostovski'yle birlikte, Türkiye'nin sınırlarımızdan uzağa yerleştirmeyi taahhüt ettiği 3 bin aile için gerekli izni Babıâli'den kopardı. Bunun ardından, göç 1860, 1861 ve 1862 yıllarında da diplomatik yazışmaya gerek olmaksızın sürdü".

Türk hükümetinin başta 40 bin ile 50 bin dağlının göçüne, göçün aşamalı olarak cereyan etmesi şartıyla, onay verdiğini belirtmek gerekir.Ancak, Türkiye Göç Komisyonu'nun verilerine göre, sadece 1863 yazında Anadolu limanlarına ulaşan göçmen sayısı 80 bindir.

16 Ocak 1860 yılında Osmanlı hükümetinin girişimiyle özel bir göç komisyonu, Muhacir Komisyonu, kurulmuştu. Bu komisyonun başına Çerkes asıllı Trabzon Valisi Hafız Paşa getirildi. Muhacir Komisyonu, kurulduğu andan itibaren Ticaret Bakanlığı'nın yönetimine bağlandı. Ama Temmuz 1861'den itibaren buradan koparak, bağımsız çalışmaya başladı.Hafız Paşa'dan sonra komisyonun başına Trablus Valisi İzzet Paşa getirildi. Yönetim kuruluna ise birkaç Çerkes ağayla birlikte, aynı zamanda Edirne mutasarrıfı da olan Bidcan Paşa girdi. Komisyonun görevleri arasında, Karkas muhacirlerin geldiği tüm limanların kontrolü, göçmenlerin iaşe ve ibadeleri ve yerleştirilecekleri yerlerin tayini de vardı.19 Mart 1875 tarihinde komisyon lağvedildi ve İçişleri Bakanlığı bünyesinde bir müdüriyet oldu.

Dağlıların sürgünü konusunda diplomatik altyapı hazırlanırken, Rus hükümetinin önündeki başlıca sorunlardan biri de, göç sonrasında, muhacirlerin geriye dönüşünü engellemeye yönelik alınacak önlemlerin geliştirilmesi olmuştu. Kuban yöresi yöneticisi, göç etmiş şahısların Kuban bölgesine geri gelmelerinin, buradaki dağlı nüfusun zihnini bulandıracağını düşünüyordu. Rus hükümeti, Türk propagandası ve Rusya'ya karşı büyük düşmanlık aşılanmış olduğu ve bunun dağlılar arasında yeni çalkantılara neden olacağı düşüncesiyle, Türkiye'ye yerleşmiş olan Çerkeslerin geri dönmesinden sakınıyordu. Ancak muhacirler, Türk makamlarının vaatlerini yerine getirmediğini gördükleri için, göçten hemen sonra geri dönme isteğinde bulunmuşlardı. 6 Haziran 1861 tarihinde Kafkas Ordusu Komutanı Prens Orbeliani Savunma Bakanlığı'na sunduğu bir raporda şunları yazıyordu: "Türkiye'ye farklı zamanlarda ve hatırı sayılır kitleler halinde gönderilmiş olan Kuzey Kafkas sakinlerinden göçmenlerimizin büyük bölümü, beklenildiği üzere, Babıâli'nin himayesi altında çıkar ve rahatlıklar konusunda verilen vaatlerle aldatılmışlardır ve bu nedenle de son zamanlarda, ısrarla, yurtlarına dönmek için fırsat arayışı içindedirler." Hatta 1902 yılında, bir Çerkes topluluğu, Kafkasya'ya gönderilmeleri talebiyle Samsun'daki Rus Konsolosluğunu işgal etmişti.

Göçmenlerin gittikleri yerlerde düştükleri zor durum onları ana vatanlarına geri dönmeye sevk etti.1864 yazında 100 Şapşığ ailesi Kafkasya’ya geri dönmek isteğiyle İstanbul’daki Rus elçisine başvurdu.Onların ardından Samsun’da bulunan Natuhaylar’dan 100 başvuru daha geldi.Göçmenler değil Kuban topraklarında , Sibirya’da, Solomki’de bile yaşamaya razı olduklarını yazıyorlardı. Din değiştirme ve askerlik dışında bütün şartları kabul ediyorlardı.1872’de 8.500 Çerkes ailesi İstanbul’daki Rusya Konsolosu İgnatiyev’e bir dilekçe ile başvurdular. “Sekiz yıldır beylerimiz eziyetler çektirerek bizi akıl almaz bir esaret altında tutuyorlar.Yapılan hataların ağırlığını itiraf ederek, 8.500 aile adına aşağıda imzası bulunan bizler Onun (Çar’ın) yüksek himayesinden yararlanmak için geri dönmemize izin verilmesini rica ediyoruz. Bunun için her türlü fedakarlığa hazırız”

Rusya'nın İstanbul Elçisi İgnatyef ve Trabzon Konsolosu Moşnov dağlıların geri dönme isteklerini rapor ediyorlardı. İgnatyef'in Çerkeslerin Kafkasya'ya geri dönme talepleri konusundaki bir raporu üzerine Çar, 18 Mart 1865 tarihinde bu işe bir nokta koydu: "Dağlıların geri dönüşü söz konusu bile edilemez." Bunun üzerine İgnatyef'e, konsoloslara dağlıların geriye göçünü reddetmeye yönelik, buna uygun önlemler alma emrini vermesi için talimat verildi.3 Nisan 1865'te İgnatyef, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rus konsoloslara Çerkes muhacirlerin geri dönüşünü kesinlikle yasaklayan bir talimat gönderdi. İgnatyef'in talimatından sonra Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rus konsoloslukları, Türk tebaasındaki Çerkeslerin pasaportlarına vize vermemeye başladılar. Çerkeslere Rusya İmparatorluğu topraklarında kısa süreli bulunma izni bile verilmedi. Bir Çerkes muhacirin böyle bir talebi üzerine İstanbul'daki Rusya Başkonsolosu konuya son noktayı koydu: "Reddedildi. Başkonsolosluk muhacirlerle hiçbir şekilde muhatap olmayacaktır."

1883 yılında İstanbul'daki Rusya Elçiliği konsoloslara yeni bir talimat gönderdi: "Rusya'ya gidecek olan Türk tebaalıların pasaportlarına vize verilirken, Türk vizesi edinen Kafkas çıkışlıların, bu konuda ilgili makamların bir ön pazarlığı olmaksızın, sınırlarımıza geri dönmemeleri için olağanüstü bir dikkat gösterilmesi...' 1861'den itibaren, Rusya İmparatorluğu Bakanlar Kurulu kararına uygun olarak, Türkiye'den yasadışı yollardan dönüş yapan dağlıların geri gönderilmelerine ya da, Ural'a veya Orenburg'a yerleştirilmelerine karar verilmişti. Bazı dağlılar kendi başlarına Kafkasya'ya dönüyorlardı. Kafkas Ordusu Başkomutanı Büyük Prens Mihail, bu tanıklığı abartılı saysa da, Kafkas ordusunun istihbarat birimlerinin verilerine göre, 1860–65 yılları arasında, bu yolla 200–300 kişi geri dönmüştür. 22 Eylül 1886 tarihinde, Kafkasya'daki Vatandaşlık Dairesi Başmüdürü General Prens Dondukov-Korsakov, "Kafkasya Yöresi Valileri, Bölge ve Çevre Yöneticilerine Gizli Genelge" yayımladı. Bu genelgede, "Temelli yerleşmek üzere göç etmiş olan Kafkasyalı Müslümanların Türkiye'den geri dönüşleri hakkında son yıllarda ulaşan istihbarı bilgiler göz önüne alınarak, Sayın Valilerden ve Çevre Yöneticilerinden, kendilerine bağlı yerel polis görevlilerine, sınırlarımız dahilinde ortaya çıkan herkesi sıkı bir biçimde gözetlemelerini önermelerini rica ederim. Amaç, daha önce geri gelmeme yükümlülüğü ile yurtdışına göç etmiş kişilerden geri dönenleri tespit etmek ve bunları derhal bölgeden uzaklaştırmaktır" deniyordu.

Burada, Rusya'nın Kafkas muhacirlerinin geriye göçü konusunda takındığı tavrın Türk tarafının tutumuyla çakıştığını belirtmek gerekir. Aynı şekilde, Türkiye de, dağlıların Kafkasya'ya dönüşlerinin engellenmesine yönelik önlemler alıyordu. Mülteciler arasında gelişmekte olan memnuniyetsizlik ve geriye dönme isteklerini ifade etmelerine had safhada olumsuz yaklaşıyordu. Meselâ, 1865 yılında, Ardahan bölgesine yerleştirilmiş olan 1.200 Çerkes Kuzey Kafkasya'ya geri dönme girişiminde bulunduğunda, Türk makamları bunların üzerine düzenli birlikler yolladı. Bundan öte, olabildiğince çok Müslümanı kendi topraklarına çekmekte çıkarı olan Türk makamları, usulüne uygun altı aylık pasaportlarla Türkiye'ye gelmiş olan diğer Rus Müslümanları bile pasaportlarına el koyarak muhacir ilân ediyorlardı.

Kuzey Kafkasyalıların Türkiye'ye göç ettirilmelerinin diplomatik hazırlık aşamasında, Türk ve Rus tarafları arasında şiddetli görüş ayrılığı ve tepki yaratan konu, Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'nda yerleştirilecekleri yerlerdi. 1864–66 yıllarındaki Çeçen göçü sırasında özel bir güncellik kazanmış olan bu sorun, iki devlet arasındaki diplomatik yazışmanın ana konularından biri olmuştu.

Osmanlı hükümetinin, Çerkeslerin, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere ve Rus sınırı yakınlarına yerleştirilmesinden çıkarı vardı: Bir savaş durumunda, Rusya'ya karşı düşmanlık duyguları ile doldurulan Kafkasya dağlılarının savaş deneyiminden yararlanacaktı. Dağlıların imparatorluk sınırı yakınlarına yerleştirilmelerinin ardındaki tehlikeyi fark eden Rus hükümeti, bu uygulamaya olabildiğince karşı koydu. Rusya'nın sert ve olumsuz tepkisinin başlıca nedenlerden biri de, bütün Türk-Rus savaşlarında, Rus ordularının Asya savaş sahnesindeki başarılarını, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin Hıristiyan sakinlerinin yardımına borçlu olduğunun bilincinde olmasıydı. Kafkas Müslümanlarının bu bölgelere yerleştirilmesi böylesine önemli bir stratejik dağılımı değiştirecek güçte bir tehditti. Rusya'nın diplomatik baskısı sayesinde, 1860–64 yıllarında, muhacirlerin önemli bir bölümünün Küçük Asya'nın iç taraflarına ve Balkanlara yönlendirilmesi sağlandı. Buna karşın, Türk hükümeti Kafkas makamlarına, 1864–66 yılları arasında göçecek olan 5 bin Çeçen ailesini, Erzurum ve Kars vilayetleri dahilinde Soğanlık sıradağlarından Van gölüne kadar uzanan alana yerleştireceğini bildirdi. Bu, Rus tarafının şiddetli tepkisine yol açtı. Kafkas Ordusu Karargâh Komutanı General Kartsev, 1864 yılı Kasım ayında Tersk yöresi yöneticisi ve Çeçen (Karabulaklar ve Nazranovlar) göçünün organizasyonunda başı çekenlerden biri olan General Loris Melikov'a, "Gelecek Çeçen göçmenlere Erzurum Paşalığının ötesine, Erzincan ve Diyarbakır sınırları dahilinde ve asla bizim sınırımıza komşu olmayan bir toprağın tahsisi için Türk hükümetinin fikrini değiştirmesi yönünde her türlü gayreti göstermesinin" İstanbul’a gönderilen Rus elçisine tembih edildiğini bildirdi. Ancak, Babıâli, Rus elçisinin ileri sürdüğü hiçbir gerekçeye aldırmadan bu talebi reddetti ve Çeçenlerle Osetlerin bir bölümünü Soğanlı sıradağlarının (Sarıkamış) civarına yerleştirdi. Bu bilgiyi alan Çar hükümeti Çeçenlerin göçünün bütünüyle durdurulması tehdidinde bulundu ve hatta bu konuda gerekli talimatları yayımladı. İstanbul'daki elçi İgnatyev'in de bildirdiği üzere: "Ali Paşa'ya, tekliflerim kabul edilmezse Kafkas Genel Yönetiminin tek bir Çeçen'i bile Türkiye’ye göndermeyeceğini bildirerek, son kozumu kullanmaya karar verdim. Bu bildirim beklenen etkiyi gösterdi. Türk bakan nihayet bana Babıâli’nin yukarıda anılan 5 bin Çeçen aileyi sınırlarımızdan uzağa, Halep civarına yerleştirmeyi kabul ettiğini haber verdi..."Varna viskonsülünün açıkladığına göre:Çerkeslerin Rusya'dan Türkiye'ye göçlerinin Çar Hazretlerince durdurulmasının ardından Türk hükümeti, Bulgaristan'a eskiden yerleştirilmiş olan Çerkesleri göndermeye başladı. Çeçenlerin Erzurum vilayetinden uzaklaştırılacakları ve bu arada muhacirlerin gönderilecekleri başka yerlerin bilgisi bu ilin valisi tarafından Rusya'nın Erzurum Konsolosu'na resmen iletilmiştir. İstanbul'dan aldığım talimatlarda görüldüğü üzere, bu göçmenlerin Viranşehir ve Konya civarlarına iskân edilmeleri için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Bu göçmenlerin yirmi gün önce Karahisar üzerinden Sivas'a gönderildiklerini size bildirmeyi dostluk görevi sayarım.

Çeçenlerin Sarıkamış'tan Resul Ayn'a naklinin ardından Dağıstanlılar ve Osetler Soğanlı sıradağları civarında kaldılar. Bunların oradan gönderilmesine yönelik diplomatik çabalar 1870 yılına dek sürdü. Erzurum'daki Rus konsolosunun bildirdiğine göre, Diyarbakır ve Sivas vilayetlerine gönderilen muhacirler, yerleşmek üzere bütün aile efratlarıyla Erzurum ve Kars'a geliyorlardı.Erzurum vilayet yetkilileri ise, Babıâli'nin, "Muhacirlere Erzurum vilayetinde yerleşmeyi yasaklayan ilgili anlaşmaların sadece Çeçen ve Lezgileri kapsadığı; Dağıstanlı boylara ve Kabartaylılara ise arzuladıkları yerlere yerleşme izni verilmesi" konusundaki direktiflerine dayanarak muhacirlere göz yumuyorlardı.Rus konsolosun raporunda belirttiği gibi, "Boylar arasında yapılan böyle bir ayrım, Türklere, hem Çeçenleri hem de Lezgileri, 'Dağıstanlı ve Kabartaylı adı altında' yerleştirme olanağı veriyordu.

Rus konsolosunun da dediği gibi, Türk makamları çıkarlarına uygun gördüklerinde, evrensel olarak kabul gören "Çerkes" terimini gözardı ediyor ve Kuzey Kafkas halkları arasında ayrım yapıyorlardı.

Sonuç olarak Rus hükümeti, dağlıların Türkiye'ye sürülmesinin diplomatik hazırlık aşamasında üç sorunu çözmüş oldu:

1) Dağlıların kabulü ve iskânı konusunda Türk tarafının onayını aldı,

2) Dağlıların geri dönüşünü engellemeye yönelik önlem aldı.

3) Sürgün edilen dağlıların Rus sınırı yakınlarına yerleştirilmemelerini ve hali hazırda Rus İmparatorluğu sınır boyundaki vilayetlere yerleştirilmiş bulunan Çerkeslerin Osmanlı imparatorcuğu’nun iç bölgelerine kaydırılmalarını sağladı.

Dağlıları Kafkasya'dan sürgün etme siyasetinde en önemli safha diplomatik hazırlıktı. Dağlıları sürgün etme siyasetine Kabartay'dan başlanmıştı. Daha 1780–1800 ve 1812–15 yıllarında, buradan 60 bin civarında Çerkes, küçük gruplar halinde Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmişti.1837 yılında Kabartay'dan ve Çerkezistan'dan Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden 370 aile, Karadeniz kıyısına yerleştirildi. İ.V. Bentkovski'nin iddiasına göre, 1860'a dek, Kabartay ve Laba arasındaki neredeyse tüm dağlı ve Nogay nüfus Türkiye'ye göçertilmiştir. "Sorun böylece azalırken, iki mesele öne çıktı: Kalan dağlıların, Kuban nehrinin sol kıyısındaki zengin düzlüklere gönderilmesi ve Kafkasya'nın en önemli dağ dizisinin önünün, köyler dolusu Kazak'ın yerleştirilmesi suretiyle savaşkan Rus öğe tarafından iskânı.

1860 yılında Kabartay'dan Türkiye'ye 237 aile göç etti. Oysa göç etmeyi isteyenlerin sayısı bini aşıyordu. Kafkas yönetiminin resmî verilerine göre, 1860–61 yılları içinde Osmanlı İmparatorluğu'na, her iki cinsten 10 bin 343 kişiden oluşan 941 Kabartay ailesi göçmüştü.

1860 yılından itibaren muhacirlikte bir hareketlenme gözlenmektedir. Kafkasya Ordu Komutanlığı dağlıların Türkiye'ye gönderilmesi sürecini iki aşamada öngördü:

1) Türkiye'ye göç etme isteği gösteren ya da mecbur edilen Çerkeslerin dağ boğazlarından ve Kuzey Kafkas boylarının yoğun olarak yaşadığı Karadeniz kıyılarındaki yerleşim yerlerinden sürülmeleri;

2) Dağlıların deniz yoluyla Türkiye'ye götürülmeleri.

Mal varlıklarının bir kısmını, asıl olarak da sürülerini yanlarında götürememeleri için, dağlıların Kafkas dağlarını aşarak kara yoluyla göçü yasaklanmıştı.

Muhacir gruplarının yurtdışına çıkarılması için ayrılan limanlar, Suhumi, Soçi, Tuapse, Novorossiysk ve Anapa idi. Buralara Türk nakliye gemileri ve özel tekneler yanaşabiliyordu.1863 yılında Kafkas üst yönetimi gayri resmî yollardan göç edilmesine engel olunmaması yönünde emir verdi. Böylece, Türk kaçakçıları kıyıya yanaşma ve dağlıları götürme imkanı bulmuş oldu.

1860 yılında Kafkas ordusu Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'na göçünün ilk aşamasını gerçekleştirmeye girişti ve onları dağlardan kıyılara sürdü. Bu amaçla ve eş zamanlı olarak Adagum, Şapsug, Abadze ve Dahovsk birliklerinin Çerkes köylerine baskınları başlatıldı. Yıllar süren savaşta güçleri tükenen Kazılbeygüler, Başılbeygüler, Tamovgiller ve Beslenlerin bir kısmı 1859 Şubat'ında boyun eğeceklerini ilân ettiler; 1859'da Biceduklar, Ağustos'ta Temirgoylar, Mahoşevler, Egeruklar, Beslenler, Şakirevgiller ve Kuban ötesinden Kabardinler;

Kasım’da Abazalar; 1860 Ocak ayında Natuhaylar ve Pshovlar tamamen teslim oldular. Bu boyların hepsi, nakledilmek üzere, Karadeniz kıyılarına sürüldüler. Beslengiller sürgün edilmeye inatla direndiler, ancak 20 Haziran 1860'ta aniden kuşatıldıklarında teslim olmak zorunda kaldılar ve 4 bin Beslen ailesi öteki dağlı sürgünlere katıldı.

Yukarıda adı geçen boyların sürülmesinden sonra, 1Temmuz 1861'de, Kafkas Ordusu Başkomutanı Büyük Prens. Mihail, Savunma Bakanı'na şu bilgileri veriyordu: Büyük, Küçük Zelencuk, Urupa, Laba ve Hodz nehirlerinin yukarılarında yaşayan ve sayıları çok fazla olmayan dağ boyları, adlarını tam vermek gerekirse, Kazı Ibeygüler, Başı Ibeygiller, Bagovfeiller, Şakirevgiller ve Tamovgiller, kendilerine Türkiye'ye taşınma izninin verilmesi talebiyle Kuban ve Tersk bölgesi ordu komutanlığına başvurmuşlardır. Bize düşmanlık besleyen ve yağmalama alışkanlığı olan bu boyların, dağlardaki bize ait Kazak yerleşimlerini sürekli endişe ve kaygı içinde bırakan üstünlükleri dikkate alınarak, ücra dağlık yerlerden düzlüklere sürülmeleri ancak silah gücü kullanarak mümkün oldu. Yukarıda anılan boylardan Türkiye'ye gitmeyi isteyecek olanlara yol vermesi için General Graff Evdokimov'a izni, onlara göç öncesinde Şebelda üzerinden Suhum-Kale'ye yol almaları iznini, insan ve zaman kaybı olduğunda sorulacağı açık olduğu için, ben verdim. Kendisine Kutais Genel Valiliği görevi verilen kişiye de, onların Türkiye sınırlarına geçirilmesine yönelik üzerine düşen bütün önlemleri alması için emir verdim.

1864 Mart'ına doğru Rus birlikleri Çerkeslerin Kafkas dağlarının kuzey yamacı ve Psezuapse'ye kadar olan kıyı bölgesinden sürülmesini tamamladı. Mayıs 1864’te Batı Kafkasya'nın bütün Çerkes boyları, artık kontrol altına alınmış, büyük çoğunluğu Karadeniz kıyılarına gönderilmiş ve Türkiye’ye götürülmeyi bekliyordu. Bunun ardından Çar hükümeti, ikinci aşama olan Çerkeslerin Türkiye'ye gönderilmesi safhasına el attı. Türkiye'ye göçmeyi tercih edenlerin dışında, Kuban'a yerleştirecek pek fazla kişi kalmamıştı. Kafkas makamlarının resmî verilerine göre, sadece 130 bin dağlı Kuban bölgesine gitmiş, diğerleri Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşme isteği göstermişti. Öte yandan, Kuban'a yerleştirilmiş olanlardan bir bölümü de sonradan Türkiye'ye göç etme talebinde bulundu. 1864 yılında onlar da gittikten sonra, Kuban bölgesinde kalan dağlıların sayısı 100 bin ile 80 bin kişiye düşmüştü.1865 yılının verilerine göre ise, Kuban bölgesinde sadece 60 bin dağlı kalmıştı.

Dağlıların Türkiye'ye nakledilmesinde başlıca engel, taşımak için yeterince tekne bulunmamasıydı. Bu yüzden Çerkesler, aylar boyunca Karadeniz sahilinde açık havada beklemek zorunda kalıyorlardı. Bu da, birçok dağlıyı, özellikle de kadın ve çocukları telef eden salgın hastalıkların yayılmasına neden oldu. 1864 Mart'ında Büyük Prens Mihail Savunma Bakanı'na şu bilgiyi aktarıyordu: Kafile başkanlarından alınan istihbarata göre, taşınma, şimdilik Türk takaları ve Trabzon konsolosunun bize göndermiş olduğu tek bir Türk gemisi ile gerçekleştirilmekte. Söz konusu araçlar bu denli sınırlı olsa da, sadece Tuapse'den, geçtiğiniz ay 14 bin can yollanmıştır. Cuba nehri ağzında, Konstantinovsk, Anapa ve Taman'daki takviye ile nakliye ufak ufak da olsa, epeyce anlamlı boyutlarda sürmektedir.

4 Nisan 1864 tarihli telgrafta Prens Mihail, Çardan şu ricada bulunuyordu: Fetih işi, yurtdışına çıkarma işleminin kolaylaştırılmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Kumpanya ve savaş gemilerinin bu işte kullanılması için ısrarla izninizi rica ederim.6 Nisan 1864 tarihinde, Savunma Bakanı General Milyutin, Prens Mihail'e Çarın cevabını iletiyordu: "Hükümdar İmparator'un, İmparatorluk Alteslerinin Karadeniz'in batı sahilinin asi yerleşimcilerden nihai olarak arındırılması konusundaki çağrınızı özel bir memnuniyetle okuduğunu, Cihanşümul Lütufkârın, Haşmetmeaplarımızın, göç eden dağlıların Türkiye'ye nakli için gereken harcamaların yapılmasına izin verilmesini buyurduğunu, bununla birlikte, masrafların olabildiğince kısıtlı tutulmasına özel bir ilgi atfedileceğinden bütünüyle müsterih olduğunu, bilgilerinize sunarım.

Bu amaçla Rus Gemicilik ve Ticaret Şirketi ile yapılan görüşmeler başta iyi gitti ve dağlıların nakli için üç büyük gemi ayrıldı: "Anapa", "Elbrus" ve "Redut-Kale". Ancak sonraları anlaşma bozuldu. Rus Gemicilik ve Ticaret Şirketi'nin bu işten vazgeçmesinden sonra, Kafkas yönetimi, Kuzey Kafkasyalıların Türkiye'ye nakli için donanmaya ait gemilerin kullanılmasına niyetlendi. Bunun için gemilere ticarî bandıra çekilecekti. Ancak bu konuda görüşü sorulan Amiral Glazenapa'nın, "Ticarî bandıra çekilmesi son derece zordur: Gemi evraklarının bağımsız özel bir kişi ya da kuruluş üzerine yapılması gerekir. Taşıma Türk gümrük muhafızlarının kontrolüne tâbi olacak ve onların devlet malı olduklarını gözden kaçırmak mümkün olmayacaktır" cevabı vermesi üzerine bu önlemden de vazgeçilmek zorunda kalındı.

Sonunda Kafkas yönetimi şu karara vardı: Dağlıların nakledilme işini Türk gemilerine teklif etmek ve özel tekneler kiralamak. 17 Nisan 1864'te Çar hükümeti, Kafkasya Genel Valisinin dağlıların nakli için Türk gemilerini kullanma önerisine, "silahlı olmamaları" şartıyla izin verdi. Özel teknelere gelince, 1862 yılında Kerç'te, buharlı gemiler kişi basma 4 ruble 40 kuruş, yelkenli gemiler ise kişi başına 4 ruble taşıma fiyatıyla kiralanmıştı.

Batı Kafkasya dağlılarının göçü tamamlandıktan sonra, Rus hükümeti Doğu Kafkasya'dan, özellikle de Çeçenistan’dan benzer bir sürgün başlatmaya niyetlendi. Bölgede, boyunduruk altında ancak tam anlamıyla barışçıllaşmamış ve Rus yönetimine sürekli huzursuzluk kaynağı olan müthiş kalabalık bir nüfus vardı. Çeçenler ve İnguşlar arasında ülkeden göçüp gitme hareketliliğini yaratan girişim Tersk bölgesi yöneticisi Tuğgeneral Loris Melikov'dan geldi. Eskiden Çar ordusunda hizmet etmiş bir subay olan ve Türkiye'de yaşayan General Musa Kunduhov bu işte ona yardımcı olmayı vaat etmiş, 3–4 bin, Çeçen ailesini Osmanlı İmparatorluğu'na göçmeye ikna edeceğine söz vermişti.

Kunduhov'un ajitasyonu, Çeçen nüfusun tam da Rus yönetimine daha tehlikeli görünen ve sürgün edilmek üzere mimlenmiş olan kesimi arasında başarılı olmuştu. Çalikov, "ustalıkla yerleştirilen ağa düştüler" diye yazar,

Loris Melikov ve Musa Kunduhov'un marifeti sonucunda 1865–66 yıllarında, her iki cinsten 23 bin 57 kişiden oluşan 4 bin 989 Çeçen ailesinin (Karabulaklar ve Nazranovlar) Türkiye'ye göçü başladı.

Ayın 22'sinde Daho Müfrezesi Tuapse nehri boyunca aşağıya doğru 13 verst ilerledi... Şapsığlar birliğe engel olmadıkları gibi yaşlı heyetleri çeşitli yönlerden karşılamaya çıkıyorlardı. Hepsi taleplerimizi derhal karşılamaya hazır olduklarını bildirdiler. O gün dağlardan kaçan birkaç Rus esir birliklerimize geldi... Yöredeki bütün Şapsığların şaşkın halde olduğunu anlattılar. Harekâtın ani olması ve hızı, gök gürültüsü gibi herkesi sersemletmişti. Büyük kısmı ailelerini ve eşyalarını çıkarmak için evlerine koşmuştu. Fakat Şapsığ yaşlıları ve halkın çoğu kayıtsız şartsız itaat ettiğini bildirirken, küçük Dağlı grupları yan taraflarda gizlice birliğe eşlik ediyor ve nasıl olursa olsun bize zarar verebilmek için fırsat kolluyorlardı. Bazen sağ bazen de sol taraftan silah sesleri geliyordu..."

"Birkaç Türk koçerması karaya çekilmiş, kıyıda duruyordu. Türkiye'ye giden Dağlılarla doluydular. Hemen yakında karıları, çocukları ve mallarıyla göçmenler büyük bir kamp kurmuştu. Burası tam Tuapse nehrinin ağzında, milden oluşan geniş bir alandı.

Aşağıda, koçermaların yanaştığı deniz kıyısında taştan derme çatma yapılmış bir dizi baraka vardı. Bu barakalarda eskiden Türkiye'den gelen tüccarlar kalıyordu. Şimdi ise burada göçmen aileleri kötü havadan korunuyordu... Daho Müfrezesi Tuapse ağzı yakınında 23 Şubat'tan 4 Mart'a kadar kaldı."

"Bu arada ele geçirilen bölge biraz temizlenmişti. Şapsığlara göç etmeleri için verilen süre dolmuş, onlar da verdikleri sözü yerine getirmişlerdi. Türk koçermalarının yanaştığı kıyıdaki kamp her gün büyüyordu ve müfrezenin ayrılma zamanı geldiğinde çok büyük ölçülere ulaşmıştı. En kısa süre Şapsığlara tanınmıştı, ama Dağlılar buna hazırdı. Daha sonbaharda, kuzey eğiminden onlara birkaç kez, yurtlarını önceden bırakmayanlardan birliklerin harekâtı sırasında hemen göç etmelerinin isteneceği bildirilmişti. Şapsığ toplulukları kıyıda toplanırken dağların kuzey tarafından da büyük Abzeh grupları geliyordu. Onlara sonbaharda verilen süre l Şubat'ta dolmuştu ve Pşeha Müfrezesi çoktan Psekups'un üst taraflarında harekâta başlamıştı. Gitmek için bekleyen göçmenlerin Tuapse'nin ağzından yukarıya doğru 2 verst ve yanlardan 2 verstlik arazide kalmalarına izin verildi. Yapabilenler ve zaman bulanlar kendilerine tahtalardan derme çatma barakalar yaptılar. Tam gemilere yükleme yapılan yerde her gün kalabalık bir pazar kuruluyordu... Fiyatlar inanılmayacak kadar düşmüştü. Sekiz pudluk iyi bir boğa bir gümüş rubleye, koç yirmi kapiğe veya bir çeyrekliğe satılıyordu... Atlar sudan ucuzdu. Büyükbaş hayvanlar ve koyunlar yiyecek olarak talep görüyordu, atlar ise yem olmadığı için sadece yük oluyordu... Ayrıca rublelik Dağlı atları pek sağlam değildi. Doğrusu dağlara iyi tırmanıyorlardı, ama pek zayıf ve güçsüzdüler. Düzgün bir at, eyeri ve koşumuyla birlikte dört beş rubleye alınıyordu. Bazen iyi cins atlar da düşüyordu. Onlara yirmi, otuz ve daha fazla fiyat biçiliyordu. Buna karşılık cins olmayan Dağlı atları çok kolay elde ediliyordu, fiyatları kapikle sayılıyordu... Asıl ticaret kalemi ise silahtı. Dağlılar Türkiye'de silah taşınmasına izin verilmediğini biliyorlardı. Zengin işlemeli değerli kılıçlar yok pahasına satılıyordu,

"Türkiye'ye göç etmeye karar veren Dağlılar ilkbaharda toprağı ekip biçebilmek için yeni yerlerine erken varmakta acele ediyorlardı... Yolculuk için farklı, bazen oldukça yüksek fiyatlar isteniyordu. Daha çok para kazanmak isteyen gemiciler çok büyük miktarda yolcu alıyorlardı. Ancak 30-40 kişi alabilecek gemiye 200-250, hatta 300 kişi dolduruyorlardı, hem de eşyalarıyla. Güvertede nasıl yerleşirlerse hep öyle kalmak zorundaydılar. Yatmak, uzanmak bir yana geçecek yer bile yoktu... Elbette insanı çileden çıkaran bu sahnelerin dikkat çekmemesi mümkün değildi. Birlikler deniz kıyısına gel¬dikten hemen sonra tedbirler alındı. Velyaminovski karakoluna göçün gidişatını düzenlemek üzere bir subay tayin edildi... Ne yazık ki, Tuapse'de alınan tedbirler çok etkili olmadı... Henüz birliklerimiz tarafından ele geçirilmeyen ve Ruslar gelmeden gitmekte acele edenlerin toplandığı yerlerde en kötü suiisti¬maller oluyordu.

... Sık sık rastlanan manzara şuydu: Koçerma bir yere yanaşıyor, daha karaya çekilmeye fırsat kalmadan çevredeki Dağlılar hücum ediyorlar ve neredeyse zor kullanarak kendile¬rini çabucak götürmesi için sıkıştırıyorlardı...

Son olarak, Osmanlı İmparatorluğu'na göç ettirilen Kuzey Kafkasyalıların niceliğine ilişkin verileri gözden geçirmek kaçınılmazdır. Çerkes halklarının tarihine "İstambılak İueşhue" (Büyük Göç) adı ile kazınmış olan 1857–1864 göçünden sonra Batı Kafkasya nüfusu yüzde 90 azalmıştır. O dönemin resmî belgeleri göçmenleri üç kategoriye ayırıyor:

1) Taman, Anapa, Novorossiysk ve Tuapse'den, Özel Komisyon denetiminde göç edenler. Bu kategoride olanlar parasal yardım alıyorlardı.
2) Batı Karadeniz'in farklı noktalarından Türk tekneleriyle Kafkasya'yı terk eden göçmenler. Bunların sayısının ancak bir kısmı tespit edilebilmiştir.
3) Resmî makamların denetimine tâbi olmaksızın Türk tekneleriyle Tu, Neçepsuho, Cuba ve Pşadı nehirleri yoluyla giden muhacirler.

Kafkasya Genel Valiliği'nin resmî verilerine göre, 1863–64 yıllarında Batı Kafkasya'dan Türkiye'ye 312 bin kişi götürülmüştü. Kuban bölgesinden (Büyük ve Küçük Kabarda ve Don Rostov'una kadar olan topraklardan) 1858–64 yıllarında götürülenlerin sayısı yaklaşık 398 bin kişi olarak kabul ediliyor.

Resmî verilere göre, 1858–64 yıllarında, Kuzey Kafkasyalıların göçüne ilişkin toplam harcama, önemli bölümü tekne sahiplerine ödenmiş olan 289 bin 678 ruble 17 kuruştu.

Böylece I.Nikola’nın “Her ne pahasına olursa olsun bütün dağ kavimlerinin pasifize edilmesi ve karşı koyan olursa vurulması” emri yerine getirilmiş oldu.

R. Fadeyev'in verilerine göre, 1864 yılında Türkiye’ye göçmüş olan dağlıların sayısı (gözden kaçan 15 bin göçmen dahil) 210 bin kişidir. Ona göre, 1865 yılında, 40 bin civarında insan sürgün edilmişti ve gidenlerin sayısı genel olarak 250 bin kişiye ulaşmaktaydı. Birleşik Kafkasya gazetesinin, 1964'teki birinci sayısında tercümesi yayımlanan, R. Fadeyev'in "Çarın Generali Kafkasya'da" adlı makalesinde, bu sayı l milyon kişiye çıkmıştı.

Ad. Berje, 1858–64 yılları arasında Türkiye'ye 493 bin 194 dağlının göçmüş olduğunu söylüyor. Ad. Berje'nin belirttiğine göre, 1864 yılında, "Gagra'dan Kuban nehri ağzına kadar Kafkasların başlıca dağ dizilerinin tüm sakinleri Osmanlı İmparatorluğu'na yollanmıştı...

Rus ve bu arada Sovyet tarih bilimi, göç eden Kuzey Kafkasyalıların ortalama sayısının tespiti için, Kafkasya Genel Valiliği'nin resmî istatistik verilerini temel alıyorlardı. 1864'ten sonra göç eden dağlıların sayısı, L.G. Lopatinski'ye göre 500 bin kişiyi aşmaktadır. A.H. Kasumov, 1858 ile 1867 arasında resmî kayıtlarda da 500 bin olarak gösterilen ve 470 bini Adige-Çerkes olan Türkiye'ye göç eden Kuzey Kafkasyalı dağlı sayısını şüpheli bulduğunu açıklayarak, XIX. yüzyıl ortalarına doğru Kuzey Batı Kafkasya'da bir milyondan fazla Adige'nin yaşadığına, "Kafkas Savaşı ve Türkiye'ye sürgün sona erdikten sonra ise bu halktan sadece 100 bin kişi kaldığına" işaret ediyor.Tarihçi ve etnograf D.E. Ercmecv, 1.8 milyona yakın dağlının Türkiye'ye göç ettiğini, ancak taşınma esnasında zor koşulların ve alışkın olmadıkları iklimin yarattığı hastalıklar nedeniyle önemli bir bölümü telef olduğu için, 1875–76 yıllarında l milyon civarında olduklarını hesaplamaktadır. Ancak başka bir araştırmacı, Alexandre Grigoriantz'a göre ise, 1863 yılında, birkaç ay içinde Türkiye'ye gönderilmek üzere 500 bin civarında Çerkes ve 120 bin Abaza toplanmıştı ve göçmenlerin toplam sayısı sadece 1864 yılında 750 bin kişiydi.Resmî verilere göre, 1883'te Kafkasya'da, sadece 56 bin 423 Çerkes ki bunlardan 16 bini Abaza'ydı, 12 bin Biceduh ve ancak 2 bin 500 Şapsug yaşıyordu.

Çağdaş Rus yazarı R.G. Landa, farklı kaynaklara dayanarak, göç eden Kuzey Kafkasyalıların sayısının l ile 3 milyon arasında gidip geldiğini söylemektedir. Aynı yazar, "Osmanlı İmparatorluğu'nda göçmenlerin, XIII. yüzyılda gitmiş olan Türkmenlerin, Kırım Tatarlarının iyi kötü, ama en çok da Çerkeslerin, millî bilinçlerini koruduklarını" da yazmaktadır.

Başka İki Rus yazarı, V.E. Davidoviç ile S.Y. Suşçiy, Güney Rusya'nın Kültür Oluşumunda Etnik ve Yöresel Faktörler adlı ortak araştırmalarında, birçok araştırmacıdan edindikleri verilere göre, farklı etnik topluluklara ait 350 bin ile 700 bin kişinin Rusya'yı terk ettiğini belirtmektedirler.

Bu suretle göçen dağlı sayısı, Rus ve Sovyet tarih yazımında 500 bin ile l milyon arasında görünmektedir.

Osmanlı hükümetinin Kuzey Kafkasya'dan gelen muhacirin, sayısına ilişkin resmî verileri Takvim-i Vekayi gazetesinin bir sayısında yayımlanmıştı. Gazetenin verdiği bilgiye göre, padişahın, 1870 yılında, Babıâli'ye ziyaretlerinden birinde, ülkenin genel gidişatı tartışıldığı sırada, ona Kafkas muhacirlerine ilişkin özel bir rapor sunulmuştu. Bu rapora göre, boylar halinde göçen ve 1272 (13.IX.1855–31.X.1856)'den 1280 (17.VI.1863)'e dek Osmanlı İmparatorluğu vilayetlerine yerleştirilenler toplam 311 bin 333 kişiydi.1280 (18.VI.1863- 18.VI. 1864)'de gelmiş olan muhacir sayısı 283 bindi. Böylece resmî Osmanlı verilerine göre, göçmenlerin sayısı 1864 Haziran'ına dek 595 bin kişiyi bulmuştu. Bu sayıya sadece yerleştirilmiş olanlar dahildir.

Hâlbuki o sırada, 1281 (6.VI.1864–26.V.1865) yılında Anadolu'ya 87 bin muhacir daha gelmişti.

Türk tarih yazımımda, (bu ülkede yaşayan Kuzey Kafkas cemaatinden araştırmacıların çalışmaları da dahil) Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden dağlıların sayısının l milyon ile 2 milyon kişi olduğu kabul edilmektedir. Türk tarihçi Ali Meram Kemal, "Sadece 1860 ile 65 yılları arasında Kafkasya ve Kırım'dan l milyon insanın sürgün edilmiş olduğunu ele alırsak, Balkanlara gönderilmiş olan 300 bin muhacir ile Suriye'ye ve Ürdün'e nakledilenler çıkarıldığında, sadece Anadolu'da 600 binden çok göçmenin yerleşmiş olduğu ortaya çıkar" demektedir. Kafkasya tarihi araştırmacısı General İsmail Berkok, bu sayıyı l milyon kişi olarak belirlemektedir. Bir başka Türk yazarı Erel Şerafettin de bu sayı için, l milyon kişi der. Araştırmacı Fuad Dündar'a göre, "1859–1879 yıllarında Kuzey Kafkasya'dan 2 milyon dağlı ayrılmış, bunlardan sadece 1,5 milyonu Osmanlı topraklarına ulaşabilmiştir".

Kemal Karpat'ın kanaatine göre, 1859'dan 1879 yılına dek olan dönemde, çoğunluğu Çerkes, 2 milyon insan Rusya'yı terketmiş, bunlardan ancak l milyon 500 bini hayatta kalabilmiş ve Osmanlı İmparatorluğu'nda yerleştirilmişti. 1881'den 1914'e kadar bir kez daha Rusya'dan, çoğu Kuzey Kafkasyalı olan, Kazanlı Tatarlar ve Ural Müslümanlarından 500 bin kişi ayrılmıştı.

Türk tarihçi Ahmet Hazer Hızal, Osmanlı İmparatorluğu'na l milyon 500 bin kişinin göçtüğünü kabul ederken, Ahmet Cevat Eren sadece 600 bin demektedir.1865–66 yıllarındaki Çeçen göçünün başını çekenlerden biri olan Musa Kunduhov'un anılarında da, 600 bin sayısı ile karşılaşılır.

Rumeli'den Türk Göçleri adlı kitabı hazırlayan Bilal Şimşir’e göre, Osmanlı İmparatorluğu'na l milyon 500 bin Çerkes göçmüştü. Kafkas kökenli Türk araştırmacı General Salih Polatken, "l 000 000 civarında insan yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı" demektedir. Türk tarihçi Ahmet Cemal Şener, bazı kaynaklarda göçmenlerin sayısının 500 bin kişi, bazılarında ise 2 milyon kişi civarında verildiğini yazmakta.

Bir diğer Türk tarihçi olan Abdullah Saydam, Osmanlı hükümetinin istatistik verilerini temel alıp muhacirlerin yüzde 25-30’lara ulaşan ölüm oranını ve 1865 sonrasında gelenleri de ekleyerek, Osmanlı İmparatorluğu'na 1856–1876 yılları arasında Kırım ve Kafkasya'dan l milyon - l milyon 200 bin muhacirin geldiğini hesaplamaktadır.

Türkiye'de yayımlanan İslâm Ansiklopedisi ile Türk Ansiklopedisi'nde verilen sayıların oldukça farklı olması ilginç bir olgudur, İslâm Ansiklopedisi sayıyı 1 milyon 500 bin göçmen olarak verirken, Türk Ansiklopedisi'nde sadece 500 bin kişiden söz edilmektedir. Türk dergisi Nokta'da, "Büyük göç sırasında, Osmanlı İmparatorluğu'na 2 000 000 kişi göç etti" denmiştir.

Türkiye'de ve Ortadoğu'da yaşayan Çerkes yazarların açıkladıkları sayıları ayrıca ele almak gerekir. Önemli Çerkes tarihçilerinden, aynı zamanda Türkiye'deki Kafkas diasporasının faal bir öncüsü olan İzzet Aydemir, Göç /Kuzey Kafkasyalıların Göç Tarihi başlıklı araştırmasında sayıyı l milyon 500 bin kişi olarak verir. Kafli Kadircan, Anadolu'ya l milyon 616 bin Kuzey Kafkasyalının geçtiğini hesaplar. Psimaho Kosok (Ketsev), Kuzey Kafkasya'dan ancak l milyon Çerkes muhacirin ayrıldığını ve 200 bin kadar Oset ve Çeçen muhacir olduğunu tahmin etmektedir. Vassan Giray Cabagi, sayıyı, diğerlerinden biraz eksik, 780 bin kişi olarak veriyor. Çerkes Tarihi'nin yazarları Hayri Ersoy ve Aysun Kamacı, yaygın olan verilerin l milyon ile l milyon 500 bin göçmenden söz ettiğini belirtmektedirler.

İttihat ve Terakki döneminde İstanbul'da çıkan Çerkes gazetesi Guaze'nin yazdığına göre, l milyon 760 bin Çerkes, Osmanlı İmparatorluğu'nda ikinci bir anavatana kavuşmuştu.

Ürdün'de yaşayan Çerkes yazarı Mohammad Kheir Haghandoqa ise, 1858–78 yılları arasında Kuzey Kafkasya'dan l milyon 500 bin muhacirin ayrıldığını ve bunlardan 600 bininin Çerkes olduğunu tahmin etmektedir. Shaukat Mufti (Habjoko) sayıyı 500 bin olarak belirtse de, Hayati Bice'ye göre, 1859–79 yıllarında Anadolu'ya göç eden Kuzey Kafkasyalıların sayısı 2 milyondu. Bu sayı, Nihat Berzeg'in saptadığı sayıyı tutmaktadır.

Çerkes araştırmacı R. Traho'nun ilk kez 1959 yılında Münih'te yayımlanan Çerkesler adlı kitabında, 1859–1864 yılları arasındaki göçmenlerin l milyondan fazla olduğu belirtilmektedir.

Batı tarihçiliğinde, 1859–1864 yılları arasındaki Kafkas muhacirlerinin sayısının l milyon kişi olduğu görüşü hâkimdir. Peter Alford Andrews de, Türkiye Cumhuriyetinde Etnik Gruplar adlı çalışmasında, sayıyı l milyon göçmen olarak belirler, R. Konqvest ise, Kafkasya'dan 600 bin kişinin ayrılmış olduğunu hesap etmiştir. Alman yazarı Saks da aynı sayıyı vermektedir. Amerikalı yazar Justin Mc. Carthy'nin verdiği bilgiye göre, Rusya ve Balkanlardaki bütün muhacirlerin gitmesiyle birlikte Anadolu'nun Müslüman nüfusu 1878'den 1911'e dek yüzde 50 oranında artmıştı.

En düşük göçmen sayısı, 200 bin kişi, İran kaynaklarındadır. Böylece, ortaya farklı veriler koyup, birçok da kaynak incelendiğinde, yolda ve Karadeniz'in Anadolu kıyılarındaki geçici muhacir kamplarında telef olanlar da hesap edilince, 1857–1866 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’na yerleşmiş olan Kuzey Kafkasyalıların sayısının l ila 1,5 milyon kişi olduğu sonucuna ulaşılabilir.


Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler Sayfa 35 Chiviyazıları İstanbul 2004
Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler Sayfa 32-33 Chiviyazıları İstanbul 2004